İlk defa sanırım 2006 yılında gitmiştim Hollanda’ya. Aynen
bir fıkra gibi, bir Alman, bir İngiliz, bir Amerikalı ve bir Türk. Pek uyumlu
bir grup da değildik: hepimizin farklı zevkleri, farklı istekleri var ancak
gene de 4-5 gün için bir sürü yeri gezdik, üstelik birçok şehirde. Rotterdam’dan tutun da, adını bilmediğim bir
sahil kasabasına, The Hague’den
Amsterdam’a. Amsterdam’dan hatırladığım birkaç şey var: Anne Frank’ın
evinin psikolojik olarak beni mahvettiği, bitmeyen müzeler ve
yolda çocuğuna zorla yemek yediren bir anne gördükten sonra “kesin
Türktür” deyip, o kişinin çoookk
sevdiğim biri çıkması.
Bu sefer tamamen farklı bir kontekste, işten 5 kız gittik Amsterdam’a.
Biz Umay’la önceden gidiyoruz, grubun kalanı akşam üstü gelecek. Öncelikle 8:20
uçağını 12:20 de kaldıran THY’ye sevgilerimi yolluyorum. Kalkış sırasında 29.
Sırada olduğumuzu duymak bir rekor oldu, üzerine de sırada iken “benzinimiz
bitti, benzin almaya gidiyoruz” diyen pilot ise unutulmaz.
|
Dam Meydanı |
Nitekim 15:00 gibi varabildik Amsterdam havaalanına, trene
bindik ve 15 dk da merkez istasyonuna geldik. Elimizde bavullar ve harita,
yürüyelim dedik, 8 dk da hop, Dam meydanındayız. Kafamızı sola çevirdik, bir de
ne görelim, bizim otel – NH Grand Krasnovsky. O kadar mutlu olduk ki anlatamam,
otelin merkezi olduğunu biliyorduk ama bu kadarını da beklemiyorduk.
Bu arada
Osman diye bir arkadaşım da şansa bizim otelde kalıyor, onla merhabalaştık ve Umayla
sokağa attık kendimizi. Meydanın etrafındaki sokaklarda dolaştık önce bir, Red Lite
a giden yolda öğle yemeği yedik, peke beğenmediğimden ismini bile not almamışım.
Klise – Magna Carta alışveriş merk vb bakıp, Kalverstraat ta dolanmaya başladık.
Burası bütün mağazaların olduğu sokaklardan biri. Amacımız çiçek pazarına
gitmek ama yolda o kadar çok ayakkabıcı var ki, gözümüz döndü. Normalde 10 dk
sürmeyecek bir sokağı 1 saatte bitirdik.
Çiçek pazarına – Blumenmarkt,
geldiğimizde hava sağlam soğumuştu, kızlar da otele gelmişti,
dolayısıyla odaya döndük.
Giyinip çıktık, sushi yiyelim dedik, sorduğumuz adam yanlış
anlayıp bizi Susie’s diye bir bara gönderdi J
Biz de birer bira içip Amsterdam app tan sushici bulduk, yürüyerek Kagetsu diye
bir sushiciye gittik. İlk girdiğimizde pek promising değildi ancak son
zamanlarda yediğimiz en güzel sushiyi yedik. Kasada Japon bir amca vardı,
sokağında çok Türk varmış diye anlatıverdi hemen, sonra da bize “nasılsınız”
diyerek el salladı ve uğurladı bizi J Ordan Redlite denilen, akşamları fahişeliğin serbest olduğu
sokakta meraktan dolaştık. Vitrinlerde cansız mankenler yerine, canlı ve çıplak
kadınlar var. Sırası ile Moulin Rouge – Bulldog ve tekrar Susie’s yaptık.
|
kanal turumuzzz |
Ertesi gün 9.30da odamızda çalan lobi müziği ve kızarmış
ekmek kokularıyla kalktık. Otelimiz biraz eski, bizim oda da yemek salonunun
üstünde kalıyo, kısmet. Redlite’ta Eetcafe’de keyifli bir kahvaltıdan (Amsterdam
Pancake ile ünlü ama Amerikan pancake beklemeyin, kalın krep geliyo çünkü) sonra
Kalverstraattan aşağı indik ve kanal turu yapmak üzere De Pijp bölgesine
geldik. Heineken biralarının müzesi vardı o civarda, kanal turu saatine kadar müzenin
mağazasında mini bir tur, ordan yan sokağa sapış ve Record Mania adlı süper bir
plakçı bulmaca. Yerlerdeki karolar bile plaktan yapılmış, topukluyla girmek
yasak hatta. Orda epey vakit geçirdik. Kanal turu keyifliydi, bizim gezme
planımzıda olmayan birçok yeri gördük, kanalların doğal olmadığını ve 1600lü yıllarda Kralın Venediğe gittikten
sonra kıskanarak kazma emrini verdiğini şaşırarak öğrendik.
|
günün özeti |
Turdan sonra grup 3 e bölündü. Sanatsal grupta Meriç- Umay,
alışveriş grubunda Nevra ve Aslı vardı. Ben de öylesine dolanıyım derken Osman
imdadıma yetişti, o da foto çekmek için dolanmaya çıkmış. Nitekim Leidstraat -
bir başka alışveriş bölgesi, Kalver’e çok yakın- ta buluşmaca, yürüyerek
Fashion ve Museum district e gitmece, LV mağazasının yanındaki Maxim’da bir
kadeh şarap, ordan taksi ve Jordaan adlı bölge. Amaçsız dolanma, gözümüze
kestirdiğimiz yerde oturup şarap içme, bol foto çekme, fotograf sergisine
gitmece, peynir tadımı & alma ve en sonunda bir şarapçıya girerek,
çikolatayla içilen bir şarap bulmaca. Spontan, spontan, spontan... Düz yürü, 9
Streets adlı tasarım bölgesinde yer alan Beren Straate varış, zaten benim için
Beren Saat sokağı o artık. En çok beğendiğim sokak burası oldu, daracık bir
sokak, tasarımcı mağazaları, sokak kafeleri, çok renkli ve keyifli. Soğuktu
zaten, yağmur da başlayınca otele döndük, artık akşam yemeği vakti de gelmişti.
|
Casa Di David |
Akşam Singel’de Casa Di David adlı, son zamanlarda gittiğim
en başarılı Italyan restaurant’ına gittik. Ordan yürüyerek Leidesplein’a indik.
Bütün barların vb olduğu bir meydan. Nitekim oradaki Bulldog’a gittik. Burdaki
2 katlı bir gece klübü, zenci bodyguard bizim Türk olduğumuza inanmadı önce,
sonra iyilik yaptığını sanıp, etrafımızı Türk’le donattı. Gelen tiplerin biri normal,
biri Yalan Dünya’daki Orçun diğeri ise zenci Kasım: ” sen napıyon” deyip
duruyo. Orçun tiplisi yorunca Meriç Ingilizce bişiler söyledi git gibilerinden,
çocuk da bomba bir şekilde “dürkçe gonuuuşş” diye yanıt verdi. Hepimiz yorgunduk, saat de 1 olmuştu ve otele döndük.
Aslı ile koyu sohbete daldık lobide, onun fbook a yüklediği resimlerimize
bakarken, çok sevdiğim bir arkadaşımın bisiklet resmi yüklemiş olduğunu gördüm
ve Amsterdam’a yerleştiğini hatırladım! Kısmet... (bu arada eğer 4. Dünya
savaşı çıkarsa, Amsterdam da başlayacak ve bisikletliler ile yayalar arasında
olacak. Orda bisiklete binmek çok ciddi bir iş, kuralları bırak, kanunları
filan var.. yayaysanız sakın onların yolundan gitmeyin, ezebilirler üstelik siz
suçlu olursunuz!)
|
mukellef kahvaltı |
Son gün, Rokin Straat ta Puro Coffe de kahvaltı yaptık,
Nevracığın doğumgününü ufak çaplı kutladık (seyahat adına yeni bir dönem geçen
sene o gün başlamıştı aslında). Grup gene ayrıldı, Aslı-Meriç havaalanına
gitti, Nevra-ben-Umay, orada yaşamaya başlayan arkadaşımla buluştuk. 9
streets diye tasarımcıların olduğu bölgeyi hep birlikte dolandık ve turumuzu
tabii ki Beren Saat’te bitirdik J
O sokakta kahveler içildikten sonra Nevra alışverişe, Umay da birşey
değiştirmeye gitti, biz de spontanlığa devam ettik. Antikacılar, mobilya
mağazaları derken kendimizi kanal
kenarında elimizde çikolata ve şarapla keyif yaparken bulduk (3-4 tane yemiştik ki rüzgar
çıktı ve uçtu çikolata kutusu L
Not: ördekler çikolata yiyomuş.) Nitekim
dönme vakti geldi, hafif çakırkeyf bir şekilde dünya küçük dedim ve THYnin
klasik rötarı ile yurda çok geeeç döndüm.
Comments
Post a Comment