Erzurum, Aralık 2010
Istanbul'da havanın yeni yeni soğumaya başladığı günlere paralel sabah 9 uçağı ile Erzurum'a gittik. Burda hava soğuk, ciddi soğuk... Insanların yüzü rüzgardan kavrulmuş yanıklıkta.. Mevsimi olmasına rağmen hiç kar yok (oğrendiğimize gore eski zamanlarda Şeyh Said "Erzuruma ne zaman yabancılar gelmeye başlayacak, Palandökene o zaman kar yağmayacak" demiş.. )Şehirdışından gelenlere pek sıcak davranmamaları hatta hiç konuşmamalarını buna bağladım ben...
Palandöken'de Polat Reneissance oteline gittik, otel ferah, geniş bir lobisi var, bir alaturka bir dekorasyon ancak yine de göz yormuyor. Odalar hamam, resepsiyon buz, asansörler daha da buz... Zaten 2 gün boyunca 0 derece ve 50 derece arasında gidip gelmekten ambale oldum.
İlk gün basın ziyaretleri ile geçti, mini bir alaturka tuvalet kazası (20 yıldır filan girmemiştim, o kadar zor durumda kalmış olmasam yine girmezdim valla), gazete yerine kokulu bir matbaa ile karşılaştığımız için kaçarak uzaklaştığımız başka bir yer, gereksiz yere kiralanan ve dışarıdan lüks gözüken ama içi iğrenç sigara kokan ve deri koltuk üstü kilim kaplanmış olan Mercedes Vito'muz ile Erzurum'un çeşitli sokaklarında dolandık durduk bütün gün.
Şoförümüz ayrı bir karakter, bunu aramızda geçen dialogla anlatmak istiyorum. Bir adres arıyoruz, Sınav İş Merkezi'nde. Biz bir yerde durduk, adam hiçbirşey demedi ama. Meğersem durunca anlamamız gerekiyormuş geldiğimizi.
"-Geldik mi?"
"-Evet"
"-Nerde?" (çünkü etrafta Sınav İ.M diye bi yer yok)
"Burda"
"-Nerde?"
"Burda"
"-Nerde?"
"Burda"... Sabrı taşan ben:
"-Hangi yönde?"
"-Solda"... nitekim solda Cumhuriyet İ.M. var, Sınav diye bi yer yok, pes ettik, arabadan indik ve soruşturduk, o soğukta bilmediğimiz yollardan geçerek Sınav İ.M. yi bulduk..
Bir diğer alakasız konu ise, 100 tlye hakiki olduğu iddia edilen bir Samsonite çanta almamdı.. İlk günden fermuarı bozuldu, şüphelerim var gerçekliğinden (garanti belgesi de var). Sahte ise bile canım sağolsun..
Öğlen Erzurum Atatürk Üniv.'de Beyaz Saray'da döner yedik.. Ben okul kantini gibi bir yer beklerken, büyüüükk bir kahvehane gibi bir yer çıktı karşımıza. Kalın siyah çorabım olmasına rağmen, kahvehane ahalisinin bakışlarından dolayı, elbise giymiş olduğuma pişman oldum. Bu arada üniversite kampüsü devasa, çok sevindim orada böyle bir üniv. olduğuna. İşimizi bitirdikten sonra Taş Han denilen otantik bir yere gittik, yöreye özgü oltu taşından ve diğer taşlardan aksesuarlar yapıyorlar. Bir nevi mini Kapalıçarşı.. Bir saat sonra göz yorgunluğu, cep hafifliği ve parmak doluluğu (yüzük aldık bol bol) ile Peynirciler Çarşısı'na gittik. Binbir çeşit peynir, ne kadar hijyenik bilemedim, özellikle plastik kavanozdaki tulum peynirini görünce, o yüzden sadece tattım ama almadım. Bir de kıtlama şeker aldım yol üstünden. Damağa konulup, sıvının içildiği cinsten (dil altına konulduğunu sanan bir arkadaşım var)
Sonrasında akşam yemeğimizi yemek üzere Erzurum Evleri adlı bir restauranta gittik. Burası çok ilginç bir yer, 11 tane geleneksel Erzurum Evi'ni birleştirmişler, her biri yöreye özgü şekilde dekora edilmiş (uzun süre kalınırsa insanın üstüne gelebiliyor). Dileyen yerde oturarak yemeğini yiyor, bizim gibi kokoşlar için ise masa ayırmışlar. İsmini hatırlayamadığım bir çorba içtik. Kuymak adlı, mıhlamaya benziyor diyerek kandırdıkları beşamel sosu gibi bir şeyden tattık (çok kötüydü).. Çok fazla yemedik ama sıcacık sobanın etkisi ile bir anda kedi gibi mayıştık..Son olarak kadayıf dolması diye bir tatlıları varmış, ondan da yiyip (şekerpareye benziyordu o akşam yediğimiz, oysa ertesi gün orjinalini yedik, tel kadayıflıydı ve tamamen farklıydı) otelimize döndük...
2. gün iş sebebi ile Atatürk Üniv Konf Salonunda donarak geçti (salon buz gibiydi, ayağa kalktığımda yürüyemeyecek haldeydim). Öğlen yemeği için olmazsa olmaz dedikleri Koç adlı bir yerde (meğersem Istanbulda'da varmış) Cag kebabı ve orjinal kadayıf dolması yedik. Cag kebabı dedikleri ise yatay döner, benim için olmasa da olur. Akşam uçağımız 20:45te oldugu için, bolca vakit vardı ve Palandöken'e geri döndük. Bu sefer Dedeman Oteli'nin aşağıda kalan butik otelinin lobisine tünedik. Kelime tam ifade ediyor. Lobi zaten minik, biz yaklaşık 10 kişiyiz, 4 grup halinde bütün lobiyi kapladık.. Gören de orada kalıyoruz sanır.. Şömineyi yaktırdık, içine şeker katmayı unuttukları bir sıcak şarap yaptırdık ve içemedik, çikolata krizim tutunca otelin marketini açtırdık filan.. Hatta masaja giden bile oldu. En azından sıcak ve temiz bir alanda, mutlu mesut vaktimizi doldurmuş olduk.
Direk uçuş çok geç saatte ve Sabiha Gökçen'e olduğu için, Ankara aktarmalı olarak pestili çıkmış bir şekilde 1de evime döndüm, ve dünyanın kaç bucak olduğunu hesaplamaya devam ettim.
Palandöken'de Polat Reneissance oteline gittik, otel ferah, geniş bir lobisi var, bir alaturka bir dekorasyon ancak yine de göz yormuyor. Odalar hamam, resepsiyon buz, asansörler daha da buz... Zaten 2 gün boyunca 0 derece ve 50 derece arasında gidip gelmekten ambale oldum.
İlk gün basın ziyaretleri ile geçti, mini bir alaturka tuvalet kazası (20 yıldır filan girmemiştim, o kadar zor durumda kalmış olmasam yine girmezdim valla), gazete yerine kokulu bir matbaa ile karşılaştığımız için kaçarak uzaklaştığımız başka bir yer, gereksiz yere kiralanan ve dışarıdan lüks gözüken ama içi iğrenç sigara kokan ve deri koltuk üstü kilim kaplanmış olan Mercedes Vito'muz ile Erzurum'un çeşitli sokaklarında dolandık durduk bütün gün.
Şoförümüz ayrı bir karakter, bunu aramızda geçen dialogla anlatmak istiyorum. Bir adres arıyoruz, Sınav İş Merkezi'nde. Biz bir yerde durduk, adam hiçbirşey demedi ama. Meğersem durunca anlamamız gerekiyormuş geldiğimizi.
"-Geldik mi?"
"-Evet"
"-Nerde?" (çünkü etrafta Sınav İ.M diye bi yer yok)
"Burda"
"-Nerde?"
"Burda"
"-Nerde?"
"Burda"... Sabrı taşan ben:
"-Hangi yönde?"
"-Solda"... nitekim solda Cumhuriyet İ.M. var, Sınav diye bi yer yok, pes ettik, arabadan indik ve soruşturduk, o soğukta bilmediğimiz yollardan geçerek Sınav İ.M. yi bulduk..
Bir diğer alakasız konu ise, 100 tlye hakiki olduğu iddia edilen bir Samsonite çanta almamdı.. İlk günden fermuarı bozuldu, şüphelerim var gerçekliğinden (garanti belgesi de var). Sahte ise bile canım sağolsun..
Öğlen Erzurum Atatürk Üniv.'de Beyaz Saray'da döner yedik.. Ben okul kantini gibi bir yer beklerken, büyüüükk bir kahvehane gibi bir yer çıktı karşımıza. Kalın siyah çorabım olmasına rağmen, kahvehane ahalisinin bakışlarından dolayı, elbise giymiş olduğuma pişman oldum. Bu arada üniversite kampüsü devasa, çok sevindim orada böyle bir üniv. olduğuna. İşimizi bitirdikten sonra Taş Han denilen otantik bir yere gittik, yöreye özgü oltu taşından ve diğer taşlardan aksesuarlar yapıyorlar. Bir nevi mini Kapalıçarşı.. Bir saat sonra göz yorgunluğu, cep hafifliği ve parmak doluluğu (yüzük aldık bol bol) ile Peynirciler Çarşısı'na gittik. Binbir çeşit peynir, ne kadar hijyenik bilemedim, özellikle plastik kavanozdaki tulum peynirini görünce, o yüzden sadece tattım ama almadım. Bir de kıtlama şeker aldım yol üstünden. Damağa konulup, sıvının içildiği cinsten (dil altına konulduğunu sanan bir arkadaşım var)
Sonrasında akşam yemeğimizi yemek üzere Erzurum Evleri adlı bir restauranta gittik. Burası çok ilginç bir yer, 11 tane geleneksel Erzurum Evi'ni birleştirmişler, her biri yöreye özgü şekilde dekora edilmiş (uzun süre kalınırsa insanın üstüne gelebiliyor). Dileyen yerde oturarak yemeğini yiyor, bizim gibi kokoşlar için ise masa ayırmışlar. İsmini hatırlayamadığım bir çorba içtik. Kuymak adlı, mıhlamaya benziyor diyerek kandırdıkları beşamel sosu gibi bir şeyden tattık (çok kötüydü).. Çok fazla yemedik ama sıcacık sobanın etkisi ile bir anda kedi gibi mayıştık..Son olarak kadayıf dolması diye bir tatlıları varmış, ondan da yiyip (şekerpareye benziyordu o akşam yediğimiz, oysa ertesi gün orjinalini yedik, tel kadayıflıydı ve tamamen farklıydı) otelimize döndük...
2. gün iş sebebi ile Atatürk Üniv Konf Salonunda donarak geçti (salon buz gibiydi, ayağa kalktığımda yürüyemeyecek haldeydim). Öğlen yemeği için olmazsa olmaz dedikleri Koç adlı bir yerde (meğersem Istanbulda'da varmış) Cag kebabı ve orjinal kadayıf dolması yedik. Cag kebabı dedikleri ise yatay döner, benim için olmasa da olur. Akşam uçağımız 20:45te oldugu için, bolca vakit vardı ve Palandöken'e geri döndük. Bu sefer Dedeman Oteli'nin aşağıda kalan butik otelinin lobisine tünedik. Kelime tam ifade ediyor. Lobi zaten minik, biz yaklaşık 10 kişiyiz, 4 grup halinde bütün lobiyi kapladık.. Gören de orada kalıyoruz sanır.. Şömineyi yaktırdık, içine şeker katmayı unuttukları bir sıcak şarap yaptırdık ve içemedik, çikolata krizim tutunca otelin marketini açtırdık filan.. Hatta masaja giden bile oldu. En azından sıcak ve temiz bir alanda, mutlu mesut vaktimizi doldurmuş olduk.
Direk uçuş çok geç saatte ve Sabiha Gökçen'e olduğu için, Ankara aktarmalı olarak pestili çıkmış bir şekilde 1de evime döndüm, ve dünyanın kaç bucak olduğunu hesaplamaya devam ettim.
Comments
Post a Comment