Ayvalık , Cunda - Temmuz 2011
Aylar öncesinde biletini aldığım Bon Jovi konseri yerine Ayvalık - Cunda'ya gideceksin deselerdi inanmazdım. Konseri kaçırsam da keyifli bir tatil geçirdim. Ekuriler Nevra - Müge ve son anda fikrini değiştirip değiştirmeyeceği konusunda bahse girdiğimiz Mutlu ile kare ası oluşturduk. Cuma 18.30 daki feribota nasıl yetiştiğimize hiçbirimiz inanamadık. Bandırma'dan Susurluğa doğru giderken görmeyen kör gözlerimle arabayı kullanırken öndeki arabanın arkasında bisiklet mi var yoksa başka birşey mi deyince nedense kızları bir korku sardı ve sürücü değiştirdik. Muhtelif şöför ve co-pilot değişiklikleri, Susurluk Yörsan'da mola ve benim bu tarz yerlerde araba yıkandığını bilmemem, hemen yolun karşısındaki Starbucks a gidicez diye gecenin bir saatinde outletleri dolaşmaya başlamamız gibi olaylar eşliğinde gece 1 de daracık sokaklarda ters yönde giderek Cunda - Deniz Yıldızı Butik Pansiyona vardık - dikkatinizi çekerim Butik pansiyon??. Gece geç oldu demedik asıl ekip sahile indik ve maça piçu diyesim gelen-adını hatırlamıyorum tipik- bi yerde birşeyler içtik.
Ertesi sabah Taş Kahve niyetiyle onun 2 yanındaki deniz kenarında bir yerde, işten Ferid ve eşi Ayris ile, sözde kahvaltı tabağı ile kahvaltı yaptık -herkes aynı şeyi sipariş verdi, bir kişininki bile aynı gelmedi. Ordan biraz Bodrum çarşı'ya benzer çarşı içinde dolanıp Sarımsaklı koyunda Aytaş Beach Club'a gittik. Çimlerin üstünde serin bungalowumuzda dinlendik, süper bir denize girdik ven Ebru Polat adlı bir kadının playback 4 şarkılık konserini zorla dinledik.
Odalara dönüp akşam 8.30 da Deniz Restaurant'a gittik. Gökçe ve eşi Alper de katıldı bize ve kalabalık ve çok keyifli bir yemek yedik. Bir de o kadar farklı ve leziz mezeler yedik ki anlatamam. Finali sakızlı dondurmalı lokma ile yaptık, Cunda'nın meşhur olduğu yiyeceklerden biri (diğerleri zeytinyağı ve lor peyniri). Sagolsun Gökçe de Ferid de oyle güzel ağırladılar ki bizi..
Arnavut kaldırımlı ara sokaklardan birinde Il Vino adlı Italyan dekorasyonlu ama Yunanca şarkılar çalan şirin bir yerde Itır likörü içtik, odamıza döndük. Bu arada Yunanca demişken, etrafta çoğu yerde mavi sandalyeler, beyaz masalar ya sirtaki ya fasıl var. Ambians olarak tam bir Ege kasabası ama kafamda Bozcaada benzeri bir yer algısı ile gittiğim için bana fazla ticarileşmiş geldi.. Her yerde arabalar, zaten adaya da Ayvalıktan denizi doldurmuşlar, arabayla normal bir yolmuş gibi geçiyosun filan, sevemedim pek... Adanın Türkçe adı Alibey adasıymış. Minik minik adalardan oluşuyor aslında. Pasaportumuzu getirseydik Midilliye giderdik diye de geyik
yaptık -sanki vaktimiz vardı.
Sabah erkenden kalktık, Artur adlı Ayvalık'ın dışında bir tatil sitesine gittik. Ataşehirin villalardan oluştuğunu e her birinin deniz gördüğünü düşünün. Nasıl beğendik anlatamam. Gökçelerde mükellef bir kahvaltıdan sonra deniz kenarına gittik, 20 derecelik suda 40 dk da girmeye çalışıp ilk girişte elektrik çarpmış gibi çırpınanları görünce nedense vazgeçtim. Müge ve ben kalmıştık bir tek, 4 gibi çıktık ve orta kararda bir hızla döndük evimize...
Bir dahaki sefere Edremit'e uçakla gelmeye karar verdik. Denizi çok beğendik. Cennet tepesine çıktık ama Şeytan Sofrası'na gitmedik (neden acep) Koç Müzesindeki mini değirmeni uzaktan gördük. Bir de Ortunç Otel'e gitseydiniz dedi birisi de sonra. Neden olmasın, belki gelecek sefere dedik.. dünya küçük diil mi ki :)
Ertesi sabah Taş Kahve niyetiyle onun 2 yanındaki deniz kenarında bir yerde, işten Ferid ve eşi Ayris ile, sözde kahvaltı tabağı ile kahvaltı yaptık -herkes aynı şeyi sipariş verdi, bir kişininki bile aynı gelmedi. Ordan biraz Bodrum çarşı'ya benzer çarşı içinde dolanıp Sarımsaklı koyunda Aytaş Beach Club'a gittik. Çimlerin üstünde serin bungalowumuzda dinlendik, süper bir denize girdik ven Ebru Polat adlı bir kadının playback 4 şarkılık konserini zorla dinledik.
ender resimlerden biri -deniz restaurant |
Arnavut kaldırımlı ara sokaklardan birinde Il Vino adlı Italyan dekorasyonlu ama Yunanca şarkılar çalan şirin bir yerde Itır likörü içtik, odamıza döndük. Bu arada Yunanca demişken, etrafta çoğu yerde mavi sandalyeler, beyaz masalar ya sirtaki ya fasıl var. Ambians olarak tam bir Ege kasabası ama kafamda Bozcaada benzeri bir yer algısı ile gittiğim için bana fazla ticarileşmiş geldi.. Her yerde arabalar, zaten adaya da Ayvalıktan denizi doldurmuşlar, arabayla normal bir yolmuş gibi geçiyosun filan, sevemedim pek... Adanın Türkçe adı Alibey adasıymış. Minik minik adalardan oluşuyor aslında. Pasaportumuzu getirseydik Midilliye giderdik diye de geyik
yaptık -sanki vaktimiz vardı.
Sabah erkenden kalktık, Artur adlı Ayvalık'ın dışında bir tatil sitesine gittik. Ataşehirin villalardan oluştuğunu e her birinin deniz gördüğünü düşünün. Nasıl beğendik anlatamam. Gökçelerde mükellef bir kahvaltıdan sonra deniz kenarına gittik, 20 derecelik suda 40 dk da girmeye çalışıp ilk girişte elektrik çarpmış gibi çırpınanları görünce nedense vazgeçtim. Müge ve ben kalmıştık bir tek, 4 gibi çıktık ve orta kararda bir hızla döndük evimize...
Bir dahaki sefere Edremit'e uçakla gelmeye karar verdik. Denizi çok beğendik. Cennet tepesine çıktık ama Şeytan Sofrası'na gitmedik (neden acep) Koç Müzesindeki mini değirmeni uzaktan gördük. Bir de Ortunç Otel'e gitseydiniz dedi birisi de sonra. Neden olmasın, belki gelecek sefere dedik.. dünya küçük diil mi ki :)
Comments
Post a Comment