Enerjik Alexandroupolis - Temmuz 2011
Bir şehre, birlikte gittiğin kişilerin anlam kattigina, şekillendirdiğine her zaman inandım. Yanında o yeri avucunun içi gibi bilen birinin olması da fark yaratır. Henüz geçen sene gittiğim Alexandroupolis’in geceyle gündüz kadar farklı yönlerini yaşarken, işte bunları düşünüyordum.
Bilge’nin başının etini yememiz sonucunda, kendisi çocuklarını ve eşini ve tabii ki minivanını ayarladı ve biz yola koyulduk. Akşamüstü 3 te yola çıktık. Ipsala yerine Pazar Kule kapısından hiç beklemeden geçtik. Alex e olan yolu 45 dakika uzattık aslında ama kapılarda bekleme süresini minimuma indirmiş olduk böylelikle. Kaymak gibi otobandan geçtiğimiz için o 45 dakika bizi yormadı (daha dogrusu sürücümüz Bilge’yi). Tek sorunumuz freni pek tutmayan aracımız oldu ama kazasız belasız atlattık J
Party crashers gibi, direk Aya Yorgi koyunda aynı isimli beach club – restaurantta yemeğe gittik. Süper gün batımı manzarası ile adambaşı 17 euro vererek deli gibi deniz mahsulu ve meze yedik. Oradan Thraki Palace Otel deki odalarımıza geçtik. Üstümüzü değiştirip, şehre indik, tam geçen seneden hatırladığım gibi ama ara sokaklarda mini mini açık hava barları sanki daha canlı. Geçen sene ne kadar keyifli ama sakin bir sahil kasabası gibi geldi ise bu sene tam zıttı; canlı ve enerjik. Sahil kenarında yer alan barlardan Avalon full ve biraz gürültülü, ordan geçince önümüze çıkan ve konuşma seviyesinde müzik çalan Thema’da birşeyler içtik.
Ertesi sabah denize nazır kahvaltı ederken Frappelerimizi içtik ve gene Aya Yorgi’ye –ama bu sefer deniz için gittik, deniz süper, kamelya gibi bir yerin altında oturduk, bula bula Mikahilis diye 50 yaşında bi adam bizi buldu. Türkçe de biliyo çat pat, konuşası gelmiş adamın. Yemek siparişimiz 2 saatte geldi, açlıktan ölmek üzereyken koçan mısırları terli göbeğine değdire değdire geçen amcadan mısır almayı bile düşündük. Üstelik mısırcı amca hayalet gibi, nereye gitsek gördük adamı. Bir de Nevra güldürdü bizi her zamanki gibi, yaklaşık on dakika frappesini nasıl istediğini anlattı aman yağlı sütle olmasın ama şeker olmasın aman da aman, sonra Muge Margarita sipariş verince sanki light olsun diye kanırtan o değilmiş gibi, hemen Margaritaya döndü :)
Saat 4 gibi atladık arabaya Jumbo diye biraz şehrin dışında kalan kocamaannn bir markete gittik, o kadar büyük bir yer ki 5M Migros gibi ve tabak çanaktan oyuncaka, süse vb ye ne ararsan uygun fiyata var. Bunun dışında muhtelif Lidl, Carrefour vb ye gittik. Bagajı doldurduk yetmedi koltukların altını da doldurduk. Akşam 7 gibi ben her zamanki gibi Yunan alfabesini çözmüştüm (sadece ordayken geçerli bu okuyabilitem) ve Yunan kanallarında alt yazıları alfabeyi söken çocuklar gibi okumaya başlamıştım.
arkamızda bir fener var aslında :) |
Yemekten sonra Thea adlı –geçen sene adlı farklı idi ve daha bir çay bahçesi kıvamındaydı- yere gittik. Ordan arabaya atladık ve şehrin biraz dışında kalan ama bizim otele yakın Baubab adlı alandaki Da Vinci’ye gittik. Oraya yakın bir başka night club da Reina’ydı, ama diğerini daha çok önerdiler. Da Vinci de nişan kıyafetli ve ince kaşlı kızlar (biz o kadar tatilci kılıklı kaldık ki) , beyaz t-shirtlü erkekler (bazı şeyler ülke değişse de farketmiyo sanırım) arasında ender dans eden grup olarak 4 kız takıldık ve cidden eğlendik.
4.30 da odaya girdiğimizde Nevra ve Muge halay çekiyordu hala. Alkol fazla geldi, sabah 9 da herkes ayaklandı. Arabaya atladık Dikelka bölgesine gittik, oradaki en sağdaki –sondaki Baja Beach’e gittik. Nasıl kristal bir deniz, nasıl rahat bir ortam veee etraftaki insanlar... Bazıları sağlam yakışıklıydı ama çocukları vardı –biz de analar ne babalar doğurmuş dedik J
Dikelka köyü klisesi ve freni tutmayan meşhur minivanımız |
Edirne’de Hanedan da yemek yedik. Toplam 4 saatte Silivri civarına vardık ve ordan sonra yazlıkçı trafiğinden dolayı 3 saatte eve gelemedik. Yolu kısaltmak için, Nevranın “ben buraları çok iyi bilirim” demesi sonucunda Florya’ya girmemiz de süreyi uzattı (Nevranın “ben buraları çok iyi bilirim” den sonraki ikinci cümlesi, “burayı çıkartamadım birilerine soralım” oldu çünkü) Saat 11 di eve girdiğimde, dünya küçük- sen neymişsin Alex dedim! arabayla gidilmesi tavsiye olunur.
NOT: Bir başka en çok okunan yazıya imza atmak dileğiyle... (Haziran 2010 Alex yazısı blogun en çok okunan yazısı olmuş)
Comments
Post a Comment