Petra'nin Gizemi - Ürdün, Nisan 2017
1 günlük resmi tatil
sonucunda uzun bir haftasonumuz var ve hiç bu fırsatı kaçırır mıyız?
Ilk defa bindiğim
Flydubai uçuşuyla 3 saatte Amman'a vardık. Aynı Türkiye. Havaalanında pasaport
kuyruğuna girdik, Türk olduğumuzu öğrendiler, Ürdünlülerin sırasına yolladılar,
öyle kankiyiz.
Aracımızı almak için
dışarı çıktık, havaalanı mimarisinin ne kadar güzel olduğunu anlatamam. Araç
kontrollerini yaparken davul zurna eşliğinde şarkı sesi gelmeye başladı.
Meraklı Melahat ben, o tarafa gittim, halay eğlence gırla. Meğersem düğün alayıymış,
geleneklerinde gelin damati boyle ugurlama varmis. Hoş bir karşılama oldu bizim
için de.
Kiralık arabamızı
alıp, wifi'i açmadığımız için kör gözle gittiğimiz navigasyonu en sonunda
çalıştırmayı başardık. Yollar ferah, bi şekilde İstanbul'u hatırlattı. Nerden
geldiği belli olmayan ve serseri mayın gibi araba kullanan bi kitle var. Onları
da atlattık ve çeşitli gece klübü, restaurantların olduğu; bize kaliteli bi
semt izlenimi veren bi bölgedeki Kempinski Amman otelimize geldik.
Resepsiyondaki amca yüzümüze 'rezervasyonunuzu onaylıyorum ve bu geri para
iadesi olmayan bi oda' deyince biz hafiften dumur olduk, zaten ordayız ne para
iadesi. Neyse odamıza geçtik ve nerdeyse hemen uykuya daldık.
Sabah planlanandan
gec kalktık (üstelik Dubai'de bi saat ilerde olmamıza rağmen). Ben de saftirik,
hava sıcak diye yanıma hava guzel diye sadece kot şort getirmişim, kızlar burda
daha konservatif bi toplum olduğunu söyleyince, üstüme mecbur (ve şansa yanımda
olan) uzun pantalonu geçirdim.
3 saatlik yolda
çeşitli arabalar bizle yarıştı, uyuklamadığım anlarda önce çorak alanlardan
sonra az biraz daha yeşeren alanlardan Petra Wadi'sine girdiğimizi gördum.
Salak navigasyonumuz yüzünden kaybola kaybola tepede yer alan Marriot Petra
otelimize geldik. Eşyaları bırakıp hemen Petra'ya indik. Adambaşı 50 jod
(yaklasik 80 usd) vererek, bir de 50 jod a rehber tutarak içeri girdik. Bu
arada THY ile giriş biletinde 15% indirim vardı biz gittigimizde, bizim işimize
yaramadi o ayrı.
Düzlük alanlardan
geçtik, Petra Yunanca `Kızıl kaya` demekmiş, kayalara oyuk mezarlıklar, belli
belirsiz Yunanca ve bi dilde daha yazılar...Açıklık alandan sonra
kanyonların nerdeyse birbirine yapıştığı dar yollardan, gölge oyunları
eşliğinde ve hayranlıkla geçtik. Yolun sonunda Treasury dedikleri, Petra denince
ilk akla gelen meşhur alana geldik, milyon fotodan sonra aşağı doğru biraz daha
yürüdük, amfitiyatronun ve başka bir kaya mezarliklarının olduğu bölgeye
geldik. Ordaki kafelerden birinde dinlendik, aslinda yukarida manastir da vardi ama 800 basamagi duyunca gozumuz yemedi. Rehberimiz bizi tur bitti diye
resmen bıraktı ortada ve insanların laf atmaları eşliğinde ve artık biraz da
yorularak 8 km yi tamamladık.
Otele dönüp Wadi’ye
bakan terasta zayıf servise rağmen güzel yemekler yedik. Odaya çıktığımızda
saat sadece 8'di. Yatakta saatin 9 olmasını bekledik ve uyuduk.
Sabah 6:30'ta
kalkmamız da sürpriz olmadı tabii. Hazırlanıp Wadi Rum'a doğru yola çıktık. Bu
arada yoldaki tabelalar yetersiz ya da çoğu Arapça.
Wadi Rum, Lawrence of
Arabia adlı casusun da bir dönem yaşadığı, filmlere ve kitaplara da konu olan,
korunan bir çöl vadisi. Bize (gitmediğimiz halde) Grand Canyon’u hatırlattı.
Aslında akşamları kamp yapıyormuş insanlar ama biz Rum koyu adlı yere gidip de
betondan tek katlı mebruk binalar görünce pek anlam veremedik. Bu arada gerçek
Bedeviler var ve bu vadide yasıyorlar. Her birinin gözleri sürmeli, kafalarında
renkli eşarplar; Karayip Korsanlarının Orta Doğu versyonu gibi :) Tabii
beklenen oldu, parka girerken bi çapkın Bedevi bizi dudurdu, ben Rum köyüne
gidicem sizle gelicem diye (sormak filan yok), biz de yerimiz yok dedik,
gittik.
Bu arada her 100 km
de bir bi çevirme oluyor, hele Petra Aqaba arasında 5 defa durdurdular bizi.
Ilk 3 ünde süperdi, Türk olduğumuzu öğrenince hemen bi `Welcome to Jordan`
çektikler. 4. sünde ceza yedik, 5.si Aqaba girişiydi,
resmen sınır kontrol alanı gibi, pasaport filan sordular. Sağa çektirdiler.
Neyse, polisten
kurtulunca başka bir aracın uzun takibi sonucu Aqaba’ya geldik. Cornish
dedikleri sahilde biraz dolandık, kahvaltı etmemiştik ama erkeklerin bakışları
da rahatsız edince sokakta bir yerde yemek yerine Kempinski Aqaba Oteli’ne
girdik. Girerken de ana kapıda pasaport sorunca bize bi geldiler. Gereksiz
pahalı bir öğlen yemeği sonrasında, gercek hayatı da goremeden (ki rahat
edemezdik) yola koyulduk.
Bu arada Aqaba
aslında rotamızda bile yoktu ama ben sene 1993’te hayatımda ilk defa Eilat’a
gittiğimde (ki Aqaba’nın tam karşı yakası oluyor) teyzem bana karşı yakada
Aqaba var, çok guzeldir demişti, o zamandan aklımda kaldı, kızları bir nevi
sürükledim diyebilirim.
Ordan 3,5 saat ve
birkaç polis kontrolü sonrası Ölü Deniz'e vardık. Ölü Deniz diğer ismiyle Lut
Gölü dünyanın en alçak yeri ve hiçbir yere akmadığı için kapalı bir göl imiş.
Aşırı tuzlu ve çıkan çamurun cilde faydası olduğu söyleniyor. Göl Israel ve
Ürdün tarafından ikiye bölünmüş, ben karşı yakada birkaç kere girmiştim ama
Ürdün ’de ilk defa olacak.
Otel yıkılıyor,
odamıza gidip, havuza gidelim derken, maalesef üzücü bi haber aldık, biraz
toparlanıp gece de açık olan eternity pool a gidelim dedik. Bu arada otelde o
akşam 2 ayrı düğün var, bize yakın olanından sesler geliyodu merak ettik çıktık
o tarafa. Amman'da havaalanına geldiğimizdeki aynı müzik, sesler, ve kutlama
töreni burda da yapılıyordu. Ben biraz videoya çekiyim derken kibarca bizi kovdular.
Ordan kendimizi
havuza attık, uçsuz bucaksız görünen deniz manzarası eşliğinde ılık su çok iyi
geldi. Saat 6 gibi oda, üst
değiştir, aşağıdaki İtalyan restaurant'ta yemek, 11 e doğru
odaya döndük ve bebek gibi uyuduk.
Sabah 8 gibi kalktık,
`mikemmel` kahvaltıya indik, şampanya bile vardı. Ordan en sonunda Ölü Deniz’e
indik. Deniz aşırı tuzlu,
her tarafı ama her tarafı yanıyo insanın:) ve batmak mümkün değil, biraz
yüzeyde kaldıktan sonra çamurlanma kısmına geldi sıra, ben sadece yüzüme
yaptım, kızlar mumya gibi her taraflarını çamura buladılar ama beklediğimize
değdi, cildimiz 15 dakikada bile o kadar yumuşadı. Sonra yukarı eternity
poola çıktık, bildiğin kokosh insanlar gençler ve düğüne gelen Ürdün
sosyetesiyle güneşlendik.
Akşama oteli bi
sakinlik bastı ve nerdeyse her restaurant bomboştu, biz de ana restaurantta
salak bi yemek yedik. Otel o kadar boşaldı ki sonrasında oturup bişeyler içmek
bile istemedik.
Onun yerine odaya
gidip, internetten ve miniş bilgisayar ekranından Sense and Sensibility izledik.
Ama ben yarı uykulu ve salak bi açıdan baktığım için, siyah beyaz negatif film
modunda gorebiliyorum herşeyi, farklı kişileri aynı kişiler zannetmeye
başlayınca film çorba oldu.
Nitekim saat 1'e
dogru yattık ki en geç yatışımız oldu tatil boyunca. Sabah bi dumur uyandım,
keza odadaki eşşek sinek beni resmen kevgire döndürmüş. Sol bacağımda tam 34
ısırık vardı , diğer bacak ve kollar cabası. Tankerle kan mi taşıdı, kendini
nasıl taşıdı anlamadım.
Kahvaltı sonrası
havuz, dinlenmece, kitap okumaca. Sonra otelimizde yer alan Ortadoğu'nun en
büyük spasini ziyaret :) yer bulmak bile zor oldu, bilimum fasiliteden
faydalanıp, masajlarımızı da yaptırdıktan sonra Amman'a doğru yola koyulduk.
Yolda Ölü Deniz çamuru ile üretilen kozmetik ürünlerin satıldığı mağazalardan
birine uğradık, 1-2 ufak hediye aldıktan sonra yola devam. Bu arada artık yolda
kaç çevirme olur diye iddiaya girmiştik ki, havaalanı girişindeki polis bile
durdurunca ve aynı muhabbet olunca pes dedik. Bi de en komiği sıra
değişmiyor:
-(polis) Hello
-(Guzi) Hello
-(polis) Arapça
`nasılsın`
-(Guzi) Ingilizce
`Arapça bilmiyorum`
-(polis)
Nerdensiniz
-(Guzi) Türkiye
-(polis) Türkiye?
-(polis) Pasaport
(polis)
-Welcome to Jordan
(polis)
Yani artık belli, uçağa binip nerden geldiysek gidicez, neyine welcome to jordan :) Neyse aç bilaç
havaalanına geldik, yemeğimizi de yedikten sonra güzelcene uçtuk ve geceyarısı
memlekete geldik.
Genel olarak Ürdün'ü
sevdim ben, hiçbir beklentim yoktu bu yüzden daha da etkilendim
diyebilirim. Bir çocukluk dilegimin gerçeklesmesi ile Dünya Küçuk dedim.
Comments
Post a Comment