Yeni başlayanlar için Vietnam, Kasım 2016
Kuzen Yusuf Haziran
gibi Vitenam'a yerleşti, ıslatmadan olmaz deyip, ilk fırsatta yanına gittim.
Artık benim okamet de Dubai olduğu için, yakın sayılır, 7 saatte Ho Chi Min
City'e vardım (HCMC). Türkler terorist statüsünde olduğu
için 190 usd ile
önceden aldığım vizeyi girişte kaşeleticem. Bi saat kuyruk ve vize bekledikten
sonra hızlıca pasaporttan geçip, bavul alıp, beni bi
saatir bekleyen kuzenle kavuştuk.
HCMC de Paris gibi
çeşitli District / Bölgelerden oluşuyormuş. Paris'te bana garip gelmeyen bu
bölgeler, burda nedense bana Açlık Oyunları filmini hatırlattı. Neyse 2.
bölgede, Thao Dien alanındaki eve geçtik. Sokaklar bana nasıl Türkiye'yi
hatırlattı anlatamam. Virane ve modern binalar, mağazalar, restaurantlar hep
yan yana. Tek fark bol bol motor var, sağ şerit onlara ayrılmış ve zaten
seyahat boyunca tecrübe ettiğim üzere araba kullanmayı bilmiyorlar.
Ilerledik, daha köhne
ve dağınık gecekondular arasından geçip Yusuf'un evinin olduğu lüks siteye
geldik, 13. Katta oturuyo ama uğursuzluk getirir diye 12a yazıyorlarmış :) Aşağıdaki marketten
bişiler aldık, ürünlerin çoğu her yerde bulabileceğiniz ürünler,
ya da Çinden, Japonya'dan gelen ürünler.
Akşam evden havuz
süper gözüküyodu, sabah ilk iş havuza indim ama yüzmedim. İnsanlar genelde
kurbağalama yüzüyodu, ilginç geldi. Sitenin transfer
aracı ile şehir merkezine indik. Oranın Kapalı Çarşısı sayılabilecek Ben Tahn markete
indik, direk food court kısmına gittik, kızarmış
pirinç
ve karides, mango
suyu, pirinç hamuruna sarılı karides roll, üstüne de kızarmış muz yedik.
Yürüyerek sokak yemek pazarına gittik (Food Market), Çiçek
Pasajı gibi düşünülebilir, biraz turistik aynı zamanda otantik.
Arkasından Nguyen Hue meydanı, OperaHouse, arada hava ısındığı için, serinlemek adına otellere gir,
Gustav Eiffel'in tasarladığı Postane ve Klise sonrası çakmacıların olduğu
Saigon Square Market. Nike, North Face, Zara, Mango ve Uniqlo gibi markaların
üretim yerlerinden biri de Vietnam, bu sebeple hem defolu hem de çakma ürün
cenneti (valla birşey almadım). Çıkışta Saigon Center
mall, Ember Cafe'de, önce yerel bi lezzet tatma hevesi ile matcha bitkisi ile
yapılan iğrenç latteyi dene, kendime eziyet etmenin anlamı olmadığını
farkedince sıcak çikolataya terfi et:) Bir diger pazar olan Lucky Market'te de
güzel çakmalar vardı ama almadım bişi.
Listemde su kuklası
izlemek vardı, Golden Dragon tiyatrosunda 5:00 seansına yetiştik, geleneksel
kıyafetleriyle müzisyenler su kuklalarına ses veriyor, hem komikti hem
ilginçti. Biz en önde oturduk hafif ıslandım zaman zaman, ama mutlaka gidin. Taksi ile LY club'a
geçtik, bahçe içerisinde bir villa, ışıklandırma ve ortam çok iyi, yemekler
fusion, çok keyif aldık. Yemek bitmişti ve yağmur
başladı, garsonlar
nasıl panik anlatamam, ericez sanki. 10 gibi eve dönüş, azimle gym e gidiş.
Ertesi sabah sitenin
yakınındaki semt olan Thao Dien'de yürüdük kuzenle, ben Ha bu diyar şarkısını
değiştirerek Thao Dien diye söylemeye başladım. Bu bölge Saygon nehrinin mini
bi yarımada oluşturarak kıvrıldığı
bir bölge ve
özellikle expatler yoğun yaşadığı için bir sürü
irili ufaklı düzgün
/ modern kafeler, marketler vb. var. Kokois cafede oturduk, önde restaurant /
cafe görünümlü, arkaya doğru gidince minik bi bahçede keyifle oturuluyor. Üst
katta da etrafı açık bi mağaza yapmışlar, tasarım kıyafetleri, ev eşyaları
satıyorlardı. Ortamı sevince bahşiş bırakmak istedik, inatla anlamadı geri
getirdi parayı iki defa, meğersem pek alışkın değillermiş.
Dolaşa dolaşa eve
doğru ilerledik. İnternette gördüğum MAD diye İskandinav restaurantına uğradık,
biraz ileride tam nehir kenarında
kalan The Deck diye
bi fancy yere gbaktik ve turu tamamlayıp eve girmemizle yağmur bastırdı.
Çalışmam gerekiyodu, resmen aklım dışarda kalmasın
diye Allah yardım
etti :)
Akşam yürüyerek
Thao Dieng de La
Plancha isimli italyan restaurantına,
ordan da şehre
indik ve Linkedin'den Vietnam'da olduğunu
tesadüfen
öğrendiğim Aljan adlı arkadaşımla Opera binası
yakınındaki bir jazz bar olan Le Finestre Soleil de buluştuk. Benim kuzen ve
arkadaşı, Aljan ve patronu ilginç bir beşli oluşturduk. Canlı muzik
ziyafetinden sonra meşhur Bui Vien Street , Western Road'a yol aldık. Ben de
Dubai'deki güvenli ortama alışmışım, nerdeyse çantam açık gidicem. Nitekim
sohbet ede ede yürürken, motorun arkasındaki bi velet çantamı çalmaya çalıştı.
Sapından geri çektim, mini çığlık attım ve bıraktı çantayı. Kanırtsa gayet
rahat alırdı. Parayı ve telefonu boşverdim, pasaport ve fotolara yanardım ...
Bu arada 5 kişiyiz ama bi tek ben farkındayım olan bitenin ve Allah'tan sağlam
çantaymış, saol Furla. Neyse hızlı atlatıp sokağa gittik ve 158 Men Saigon'a
tünedik.
Ortam şöyle: sağlı sollu barlar ve her iki tarafta da sokağa taşmış masalar ve hepsi dolu. Yolda ateş saçan, jilet yiyen insanlar, seyyar satıcılar, uyuşturucu satıcıları ve kafası güzel daha bi dolu insan. O kadar ilginç ki saatlerce otur etrafı seyret. Biz de 1-2 saat eğlence yaptık kendimize, sonra da herkes evlere dağıldı.
Ortam şöyle: sağlı sollu barlar ve her iki tarafta da sokağa taşmış masalar ve hepsi dolu. Yolda ateş saçan, jilet yiyen insanlar, seyyar satıcılar, uyuşturucu satıcıları ve kafası güzel daha bi dolu insan. O kadar ilginç ki saatlerce otur etrafı seyret. Biz de 1-2 saat eğlence yaptık kendimize, sonra da herkes evlere dağıldı.
Ertesi sabah binanın
altındaki salak
yerde salak kahvaltı, ne sipariş verdiysek hatalı geldi. Bugün 6 gün sürecek
yolculuklar serisi başlıyor, ilk hedef ülkenin tam ortasında kalan Da Nang.
Uçaktan inince, maalesef önceden araba kiralamadığımız için 6'ya kadar aç bilaç
süründük, ama sonrası çok güzel geçti. Öncelikle
Da Nang biraz
Antalya gibi, denizin karşısındaki
bi oteldeyiz,
Forbes' un dünyadaki en iyi plajlar listesinde yer alıyomuş ama hava o kadar
yağmurlu ve deniz dalgalıydı ki en iyi plaj kapasitesi göremedim.
6 gibi arabamıza kavuştuk, çok açtık bulduğumuz ilk marketten (ki resmen yarım saat market aradık) iğrenç pislik aldıktan sonra yolda yiyerek Hoi An (Hoyan okunuyo) a gittik.
Burası benim favori yerim oldu, çok uzun süre kalmadık ama keşke Da Nang yerine burda kalsaydım dedim. Birkaç alternatif arasında gidip geldikten sonra, Old Town bölgesini daracık sokakları, irili ufaklı ama kaliteli ve zevkli restaurant - mağazaları, trafiğe kapalı yolları ile kesinlikle Kaş'a benzettim. Burası kumaşları ile ünlüymüş, iğrenç çakma kıyafetler, yerini kaliteli kumaşlı elbise ve ceketlere, deri çantalara bıraktı. Yemek için Yusufların daha önce gittiği Hai Cafe'ye oraya özgü bir balık yemeye gittik. Minik bir avluya masaları yerleştirmişler, canlı yemek istasyonunu kurmuşlar ve başka hiçbir yerde yokken, burda sürekli kuyruk vardı. Sokakların geri kalanını da turladık, karşı kıyıya geçmek üzere nehire doğru geldiğimizde, aşırı yağmur sebebiyle nehrin taştığını gördük. Oysa karşı kıyıda birçok bar, pub varmış ama kısmet değilmiş. Karşıya geçemeyen halk denize kağıt fener salmaya vermişti kendini:)
6 gibi arabamıza kavuştuk, çok açtık bulduğumuz ilk marketten (ki resmen yarım saat market aradık) iğrenç pislik aldıktan sonra yolda yiyerek Hoi An (Hoyan okunuyo) a gittik.
Burası benim favori yerim oldu, çok uzun süre kalmadık ama keşke Da Nang yerine burda kalsaydım dedim. Birkaç alternatif arasında gidip geldikten sonra, Old Town bölgesini daracık sokakları, irili ufaklı ama kaliteli ve zevkli restaurant - mağazaları, trafiğe kapalı yolları ile kesinlikle Kaş'a benzettim. Burası kumaşları ile ünlüymüş, iğrenç çakma kıyafetler, yerini kaliteli kumaşlı elbise ve ceketlere, deri çantalara bıraktı. Yemek için Yusufların daha önce gittiği Hai Cafe'ye oraya özgü bir balık yemeye gittik. Minik bir avluya masaları yerleştirmişler, canlı yemek istasyonunu kurmuşlar ve başka hiçbir yerde yokken, burda sürekli kuyruk vardı. Sokakların geri kalanını da turladık, karşı kıyıya geçmek üzere nehire doğru geldiğimizde, aşırı yağmur sebebiyle nehrin taştığını gördük. Oysa karşı kıyıda birçok bar, pub varmış ama kısmet değilmiş. Karşıya geçemeyen halk denize kağıt fener salmaya vermişti kendini:)
Atladık arabaya,
şehri keşfetmeye devam ettik. Han River köprüsünden geçtik, renkli ışıklar
çok güzeldi. İkinci
durak Dragon Bridge / Ejderha Köprüsü oldu, ejderhanın kafasının olduğu yöne
gittik, sağda bizim Karaköy köprü altındaki gibi irili ufaklı
cafe barlar vardı.
Köprünün fotosunu
çekebileceğimiz bi
yerde taburelere tünedik. Bişiler içip arabayla tura devam ettik. Öncelikle
sahil boyunca birçok hangar gibi, çay bahçesi kılıklı restaurant, cafe vardı.
Sahil kasabası olduğu için, balıkçıları çok meşhurmuş. Hatta öyle bir nokta
vardı ki, sanki insanı karides havuzuna atmışlar, o kadar yoğun kokuyordu.
Ertesi günün bu kadar
yoğun ve sonrakinin de bi o kadar boş
geçeceğini
bilseydim, programı ikiye bölerdim. İlk başta benim planımda bile olmayan ama
Yusuf'un lokal arkadaşının lokal bilgisiyle önerdiğini
düşündüğüm Ba Na Hills adlı suni tepeye çıktık.
Teleferikle muhteşem manzaralar eşliğinde bi tepeye çıkılıyor, ordan da 4
seviyeden oluşan, tema parkıvari bir yere geliyosun. En tepede sonradan yapma
bir tapınak ve gülen Buddha heykeli, bin merdiven indikten sonra sadece
restaurantlardan oluşan sözde Fransız köyü ve kapalı alan oyun merkezi /
lunapark gibi bir alan. Bu arada hem tepedeyiz hem de Da Nang'da yağmurlu
döneme denk geldik, önce sis bulutundan sonra da yağmurdan göz gözü görmüyordu.İkinci seviyede Aşk
Bahçeleri ve mahzen vardı, bahçeleri de hava koşullarından dolayı
göremedik. En aşağıda da zaten
funikulere bindiğimiz alan vardı, yaklaşık 4 saatimizi orda geçirdik, sonlarına
doğru artık kurtlanmaya başlamıştım.
Yaklaşık bir saat yol
gidip Hue şehrine vardık. İlk başta Citadel dedikleri imparatorluk şehrine
girdik. Çin mimarisi ile yapılmış, ilginç bir yerdi. Çıkınca nehrin üzerinden
geçerek şehrin karşı
tarafına geçtik.
Imperial otelin yanında The Hub Pub da yemek yedik, tatlı
yemeye de çaprazındaki The One Coffee and Bakery'e geçtik.
Arabayla otele geri
dönmek gene badireli oldu. 90 derece dik geçerek yolu kesen bisikletliler,
araba kullanmayı bilmedikleri için
ışıklarını
yakmayan ya da ortadan
giden, üzerimize
gelen araçlar.
Yüreğimiz ağzımızda geldik resmen. Biraz Türkçe
şarkı
söylemeye
başlayınca yol stresi azaldı.Yorucu bi günün
ardından 9 gibi otele gelip, yarın ne yapıcaz derdine düştük.
Sabah 10da yol
koyulup, Buddha heykelinin de olduğu yarımadaya doğru gittik, aslında bir
balıkçı kasabasına gitmeyi hedefledik ama bulamadık. Ordan instagramda gördüğum
için gitmek istediğim Da Nang Intercontinental Oteline geçtik, otele almak için
saçma bi para istediler biz de girmedik. Bu arada internetten bakın, otel
yıkılıyo ama kapıdaki personelin kabalığını unutmam Intercontinental.
Bao Ve denilen doğal
parka indik, 800 yıllık Banyan Tree gördük, içiçe geçmiş ağaçlar.
Ana yola çıkıp daha
da aşağı indik, 3,5 km yazan ama ne olduğunu anlamadığımız biryeri görmek için.
Nitekim bir gün önceki aşırı yağmurdan dolayı heyelan olmuş ve kayalar yolu
kapamış, bu yüzden ordan gerisin geriye döndük. Sonrasında birkaç
terkedilmiş plaja
gitme denemesi gerçekleştirdik. Da Nang'a dönüş, sahil kenarındaki
balıkçılardan Ca Voi Xanh / Blue Whale'de kızarmış pirinç (COM) ve bol
karidesli bişiler yedik.
Arabayla avare ve
deli gibi dolanıp, ejderhalı köprünün ejderhasının poposunun karşısındaki
Fresco Cafeye tünedik. Ordan azıcık daha
arabayla tur, arabayı teslim edip, bizimkilerle havaalanında ayrıldık ve ben
ülkenin kuzeydoğusundaki Hanoi'ye uçtum. Kimle konuştuysam herkes Hanoi için
çok endüstriyel dedi, hatta başka bi kuzenim orası
Eminonü gibi ne
işin var bile dedi (ben Eminonünü severim bu arada:) 2 saatlik uçuş
sonrası otele varış, Hanoi büyük bi şehirmiş gene, HCMCye göre biraz daha köhne
buldum.
Bu arada her gittiğim
şehiri Türkiye'ye ne kadar benzettiğimi anlatamam (trafik
burda daha salak), ama eski ile yeninin yanyana olduğu aynı tarz mağazalar, aynı
tarz binalar (temple yerine bizde camii var), bir tek motor sayısının fazlalığı
ile ayrışıyor bence.
Üstümü değiştirip 10
gibi dışarı tek basina disari çıktım, biraz dolandım. Ertesi sabah erken kalk, kaç gündür ilk
defa peynir olan bi kahvaltı et. Burda sabah Pho (fo okuyolar) adını verdikleri
domuzlu etli filan bi noodle çorbası içiyorlar kahvaltıda. Otelden çıktım, Opera
binasını da geçip Halong Bay turunu ayarlayan turizm şirketinin ofisine bi
uğradım. Sokak çok şık, lüks mağazalar var, köşede meşhur Sofitel var. Ordan
şehrin eski bölümüne gitmek için yürümeye başladım, önce Hoan Kiem gölü karşıma
çıktı, sonra Hang Dao adlı gerçekten Eminonünü andıran, sıra sıra mağazaların
olduğu şehrin eski kısmına geldim. Allah'tan satıcılar çığırtkan ve rahatsız
edici diil. Hemen paralelden gölün diğer tarafından aşağı inerek otele geçtim.Bu arada etrafta
Cyclo dedikleri, insanların sürdüğü üç
tekerlekli
bisiklete binenler vardı, biraz köle gibi hissettirdi binemedim.
Öğlen Vietnam ofisten
Thao ile buluştuk, beni hemen otelin yakınındaki Nha Hang Quan adlı meşhur bi
Vietnam restaurantına götürdü, sipariş vermediğimiz bişey kalmadı
nerdeyse. Ordan
şoförüyle Hung Vuong bölgesine bıraktı beni. Vietnam'ın kurtarıcısı Ho Chi
Min'in evi ve Mozalesi (Anitkabir gibi) burdaymış, mozaleye dışardan baktım, ev
de sabahları açıkmış sadece, giremedim. Ordan yürüyerek Colonial Houses olması
gereken bi bölgeye gittim, bildiğin Talimhane. Çaprazdan devam ederek merak
ettiğim Sofitel Oteline geldim, oranın kafesinde oturmayı
planlıyordum ki, çapraz arka sokağında Mayfair diye şeker bi kafe keşfettim,
bir de yakınlardaki bi kitapçıdan kitap almıştım, smoothiem le birlikte (burda
tropik meyvelerin suyu ve smoothie çok tüketiliyor) ortamın tadını çıkartmaya
niyetlendim, gerçi çenesi düşük garson masaya tünedi ve susmak bilmedi.
Bu arada
haftasonunda, arabayla gitmenin ne kadar zor olduğunu tecrübe etmiştim, burda
da yürümek vahşi bir eylem. Gözünü karartıp dalıyorsun yola, kimse ışıkları
takmıyor, her yönden motor gelebiliyor, arabalar 82 metre önceden korna
çalıyor, tam vahşi batı.
Odaya gel, çalış,
gene kaybolarak masaja git. Çok ucuz burda masaj, bi de happy ending diye bisey
varmış, ben sadece erkeklere olduğunu sanıyodum, kadınlara da olduğunu
öğrenince cidden şaşırdım.
Eve dönüş, kitap,
duş, uyu. Sabahın köründe 7de kalk, ne olacak bu halim. Bugunkü
plan Halong Bay adlı, Unesco Dunya Mirası / Koruma Listesinde olan koya gitmek,
4 saatlik otobus yolculuğu beni bekliyor. Sabah 8'de beni almaya geldiler,
aslında sadece şöför geldi almaya :) Otobüste
bi tek ben vardım. Yola koyulduk, 2 saat
sonra zorla bi yerde mola verdirdi, tabii adam dinlensin ama beni zorla her
türlü hediyelik eşyanın olduğu yerde niye tutuyor. Saçma sapan
fiyatlar koymuşlar herşeye, pazarlık yapıyosun bol bol, minimum 30% -40% iniyo
alıcağın şeye göre. Ben zaten pazarlık yapmaktan haz etmiyorum, herkes bilio
fiyatı indireceğini, niye vakit kaybediyoruz. 4 saatin sonunda minik
gemiciğimizin olduğu limana geldik. İndiğimde
girişte yaklaşık 30
kişilik Asyalı bi erkek grubu vardı, önce yandım dedim, neyse ki yukarı tekneye
çıkınca biraz daha karışık ama gene Asyalı bi grup çıktı karşıma. Teknede tek Avrupa'li benim.
Paradise adli 4 katlı minik gemi
yapmışlar, en üst kat güneşlenme alanı ve masalar, sabah Thai Chi seansı, akşam
yemek pişirme filan var. Üçüncü katta
restaurant ve benimkinin de olduğu odalar var. Diğer katlarda da odalar var. Bi
gece kalmak için oda çok ideal, pencereli, banyolu, iki kişilik yataklı, yüksek
tavanlı bile denilebilir. Öğlen yemeğinde tek
yalnız gelen kişi ben olduğum için, tek kişilik masamda hafif ezikçe yemek
yiyip, sonra güneşlenme alanında huzurlu huzurlu uzandım, foto çektim bol bol.
3 gibi botla bizi bi mağaraya götürdüler, ordan da salak bi ada vardı, deniz o
kadar yeşildi ve dibi gözükmüyordu ki, adaya ayak bastım, foto çektim ve geri
döndüm gemicike. Sundeckte kitap okumaca, odaya gelip dinlenmece ve bu sefer
bir de en uçta herkesten uzak akşam yemeği. Tek kişi olunca
ve teknede sadece
Taiwanli ve Malezyali iki grup olunca, konaklamalı gelmek biraz sıkıcı oldu ve
can sıkıntısından resmen bilgisayarı açıp çalıştım.
Ertesi sabah 6 gibi
uyandım, sundeckte Thai Chi vardı ama kalkamadım, onun yerine 7:30taki inci
çiftliği gezisine gittim. Nasıl yetiştirdiklerini anlatıyorlar, istersen de
inci olan aksesuarlar alıyorsun. Bana ilginç gelen şey denizden aldıkları
istiridyenin önce membran dedikleri (plasenta gibi bişey sanırım) ince etten
oluşan 2 parçasını ameliyat eder gibi çıkartıyorlar (çünkü bu parça halen
canlıymış) onu küçük parçalara bölüp incisini çıkardıkları istiridyelerin
yumurtalıklarına koyuyorlarmış, bir de nötron inci gibi birşey daha ekleyip,
yeniden inci üretilmesini sağlıyorlarmış. Ordan gemicike geri dönüş, kahvaltı,
odaları boşaltıp bir saatlik yolculuk ile limana gidiş.
Turu organize eden
Paradise otel ve ona bağlı bir sürü cafenin / mağazanın olduğu bir sokak
yaratmışlar, transfer aracı gelene kadar orda bekleyip, salak bi öğle yemeği
yedim. 4 saat otobüs ile Hanoi ve havaalanına ulaştım. Vietnamın Pegasus u olan
Jetstar ile uçuyorum. Biletim 17:30daydı, seyahat şirketi yetişemezsin dediği
için bi saat uğraşıp 18:25 ile yer değiştirmiştim. Sabah da uçuşun 20:05e
alındığını öğrendim. Neyse ki şanslı günündeydim ve 16:50de havaalanına varıp,
17:30 uçağına binebildim. 2 saatlik uçuş, taksicinin kazıklamaya çalışması
ve başarılı
direnişim, eve gelip Jack Reacher salak filmi izlemece (Yusuf uyuyakaldı gerci)
Sabah 6:30ta uyanıp,
7de gyme inip, 8de havuzda yüzme çabaları. İnsan tatilde bu kadar erken kalkmaz
ki... Eve gel, planlar planlar...shuttle ile hep birlikte şehre indik, Saigon
Center'da en üst katta Japanese Food Market diye, bölüm bölüm
Japon
restaurantlarının olduğu yerde Sushi Sen de yemek yedik.
Istanbul'dan bir arkadaşımın yeğeni Eser de şansa HCMC'de yaşıyormuş, o da
katıldı bize. Ordan herkes kendine ayrı bi tatlı aldı dışardaki yerlerden.
Yürüyerek Ben Tahn marketin yemek kısmına gittik, ilk gün geldiğimizde içtiğim
ve sonra hiçbiryerde aynısını içemediğim mangolu smoothieyi içtim, meğersem
kalınlaştırmış, krema kıvamında bi süt katıyormuş, bu sefer sırrı çözdüm.
Akşamüstü feci uyku
çöktü ve herkes evlere dağıldı. Sonra da feci yağmur başladı. Bu arada nasıl
yoğunlaştı program, nasıl sosyaliz anlatamam. Akşam Yusuf'un ortağının en ufak
kızının 1 yaş doğumgünü yemeğinde internasyonel bir grupla yemek yedik. Aslında
arada bir Christmas party e davetliydik ama meşhur Chili SkyBar'a gidiceğimiz
için sattık partiyi. Skybar 24. Katta açıkhava bir bar, manzara güzel ama ortam
et pazarı (60 yaşındaki Batılı herifleri 25 yaşındaki Asyalılarla görünce sinir
oluyorum) ve techno çalıyo, ortam bize ağır gelince, Eser bizi Glow adında,
gene rooptop bar olan ama bu sefer daha kaliteli müziğin ve insanların olduğu
bi yere götürdü. Biraz orda kaldıktan sonra evlere dağıldık.
Cumartesi artık son
günümdü ve eve(Dubai'ye) gitme arzum kabarmıştı. Sabah sosyalleşme kapsamında, Yusufların
sitesinde yeni açılan Starbucks'un açılışına gittik. Ordan Eser geldi beni
motorla aldı ve Vietnam Savaşında Vietnamlı askerlerin kullandığı Chu Chi
tünellerine gittik. Öncelikle burası arabayla 1,5 saatlik mesafede ama vakit
ayırıp gitmenizi şiddetle öneririm. Tünelleri, ordaki yaşamlarını, bombaların etkilerini
görüyorsunuz. Ben çok etkilendim.
Diğer taraftan, biz
arabayla değil de motorla gittiğimiz için yol 2,5 saat gidiş, 2,5 saat dönüş
sürdü. Chu Chi'ye
yaklaştıkça yollar rahatlıyor ve çok güzel nehir ve yeşillik manzarası
eşliğinde gidiyorsunuz. Ama HCMC'den çıkmak ve girmek eziyet oldu resmen.
Girmediğimiz çamur göleti, çıkmadığımız kaldırım, bodozlama yatay
gelen motorlarla
burun buruna gelmek mi dersiniz, hiçbiri eksik kalmadı. Benim için değişik ve
eğlenceli bi tecrübe oldu,Allah Eser'den razı olsun ama kullanana yazık, turlar
10 dolara götürüyor, onla gitmek iyi bir alternatif olabilir.
Nitekim akşam
Yusuf'un Vietnamlı bir çalışanın düğünü vardı, merak etmiştim ama onu kaçırdım
tünel sevdasından. Eve gelip bavulumu yaptım, biraz dinlendikten sonra
havaalanına yola koyuldum. 10 gibi Yusuflar da geldi, onlarla vedalaşıp
Dubai'ye dönüşe geçtim.
Ender bir şekilde,
listemdekilerin %95'ini tamamladım ve üstüne de birçok yere daha gittim. Tek
aklımda kalan pirinç / şarap ile ünlü ülkenin kuzey batısındaki Sapa Vadi'sine
gidememek oldu. Bir daha ne zaman gelirim bilemedim ama Dünya Küçük dedim.
Comments
Post a Comment