Fidanlar ağaca, ağaçlar ormana - Stockholm, Nisan 2016
Bir Pazar öğlen
basın gezisi için yola çıktık. Rahat bir uçuş sonrası, Stockholm'e geldik.
Dışardan otelden çok bir işyerine benzeyen Sodermalm bölgesindeki Clarion
Stockholm Hotel'e geldik, biraz dinlenip, diğer ülkelerden de gelen kalabalık
grubu zor da olsa toplayarak, Urban Deli adlı bir restaurant zincirinin Sveavagen 44 sokağındaki şubesine geldik.
Giriş kısmında Macro gibi gurme bir market var, içerisi de rahat masalar, yüksek taburelerin olduğu bir bir pub restaurant. Leziz deniz mahsullerimizi yedik ve misafirlerimizin olabildiğince (o kadar hibrid, birbirinden alakasız bi gruptu ki) kaynaşmasını sağladık.
Giriş kısmında Macro gibi gurme bir market var, içerisi de rahat masalar, yüksek taburelerin olduğu bir bir pub restaurant. Leziz deniz mahsullerimizi yedik ve misafirlerimizin olabildiğince (o kadar hibrid, birbirinden alakasız bi gruptu ki) kaynaşmasını sağladık.
Ordan grup ikiye
bölündü, ben bir yerde bişeyler içelim diyen gruba düştüm. Sağolsun taksici,
turist gören Türk taksicisini aratmadı ve bizi deli gibi dolandırdı. En sonunda
bir yere varamamaya dayanamadık ve
otele dönüp
lobideki barda bişiler içtik. Bu arada tur
sırasinda en azından Old City - Gamla Stan ve çeşitli adaları gördük.
Karakterli ve renkli ama genelde siyah çatıları- çerçeveleri olan binalar,
akşam karanlığında bile ihtişamli gözüktü.
Odaya çık, tipik
geceyarısı çalış :( uyu, uyan, grubu toparla ve Gavle adlı miniş bir şehirdebir
kağıt üretim tesisine doğru 2 saatlik bir yola koyul. Turdan sonra oğle yemeği
ve 1 saat daha giderek Isveç'in ikinci en büyük gölü yakınlarında bir ormana
geldik.
Önce sera ve fidanlık alanını gezdik, bebek çam ağacı verdiler bana :)
Sonra ağaç diktik, ordan da ağaç kesimini görmeye gittik. Ağaç kesiminde
bulldozer gibi bir araç var, ucunda hem testere, hem keser hem de ağacın dallarını
fistt diye kırpan bir alet var ama operatör sanki kendi eli gibi hareket
ettiriyor. Kamu spotu:
sürdürülebilir bir gelecek için sürekli büyüyen ormanlardan elde edilen kağıda
sahip içecek kutularını seçin.
Iki saat süren
yolculukla otele dön. Bu sefer hem de yürüyerek Nytorget8
adlı hip bir
restauranta gittik, ıstakoz çorbası ve somonlu omlet geldi. Ben ikinci akşam da
deniz mahsulleri nerden çıktı diye düşündüm ama çaktırmadım meğersem helal yemek olsun diye riske girmemek için sürekli balık yiyomuşuz. Ortam çok güsel,
iki katlı bir yer, alt kat eski bir kabaret gibi, dekorasyon süper ama servis
berbat.
Ertesi gün önce şehir
turu sonra da uçuşumuz var, sabah da serbest zaman verdik. Herkes kahvaltıda takılıyo, ve ben liseden Neco
ile tam 24 yıl sonra bulusucam, dünya cidden çok küçük! Tam otelin karşısında
geniş bir pasaj var ama H&M den tut da kocaman Migros gibi marketine kadar
herşey var, üstelik minimal İsveç dekorasyonunda! Yemek alanı birçok meşhur
şefin olduğu bir yer, ortak yeme alanı var ve tirbun gibi kat kat oturma alanı
var. Kahve ve tarçınlı tatlı eşliğinde
bol bol lise
dedikodusu yaptık.
Otele dönüp,
rehberimiz de gelince şehir turuna çıktık. İlk durağımız Sofo
dedikleri semt oldu, özellikle hipsterlar, tasarımcılar, dekorasyon ve moda
mağazaları konuçlanmış.
Ordan Royal Palace' a
gittik, içeri girmedik gerçi. Stockholm'de toplam 10 saray varmış, hepsi de halka açıkmış. Araçla
girilen güney girişindeki meydanda durup, biraz dinledikten sonra, soldan bi
yere sapıp Iron Boy/Demir Çocuk heykelini gördük. Rivayete göre Stockholm'e bir daha gelmek
isteyenler miniş heykelin başını okşayıp dilerse olurmuş, hepimiz okşadık tabi
:)
Biraz daha yürüyüp
ortaçağdan kalma şehir meydanına ve Nobel Müzesi'nin olduğu meydana geldik.
Nobel Müzesi bu sefer de vakit kısıtından nasip olmadı. Meydanda Caffe Gille
adlı geleneksel
İsveç/Viking dekorasyonuna sahip bir yerde meşhur İsveç nam-i diğer İkea
köftesi yedik. İşin ilginç tarafı bu köfte aslında ilk defa Türkiye'den gitmiş
İsveç'e...
Yemek sonrası limana
doğru yürüdük, bütün ihtişamıyla Grand Hotel karşıladı bizi. Bu arada da
Stockholm birçok adadan oluşan bir şehir, bizim planımız da bir tekneyle şehir
turu yapmak. Bi gittik ne görelim, tekneciler grevde! Neyse grevde olmayan bir
tekne bulduk da bindik, biraz da ısınmış olduk. Vikingler i anlatan
Vasa Müzesi ve 15. yüzyılda mı ne yola çıkar çıkmaz batan Vasa adlı savaş gemisi (battığı yerde
duruyor) turun öne çıkanları oldu.
Havaalanına giderken, butun gunku kapkara hava gitti,
masmavi bir gökyüzü ve şekil şekil bulutlar eşlik etti bize.
Eve vardığımda
gece yarısı olmuştu ve sabah 7'deki uçağım için bavul yapmaya koyuldum. İtiraf
ediyorum, bavul yapmaktan nefret ediyorum ama yine de yaşasın seyahat!
Comments
Post a Comment