Disko disko partizani/ Parma - Ekim 2011

Bir fuar için  Bologna Havalimanına indik ve sonradan eskiden kamyon şöförü oldugunu ogrendiğimiz sürücümüzle birlikte Parma’daki otelimize dogru yol adlık. Aslında Reggio Emilia adlı Parma ve Bologna arasında kalan bir bölgedeyiz, tam tabiri ile kuş uçmaz kervan geçmez bir yer. Nitekim otele gittiğimizde oglen saati idi ve otelde yiyecek birsey yoktu, civarda da oyle bir yer yoktu. Parma’daki farklı bir oteldeki randevumuza giderken, yol uzerinde bir alışveriş merkezi gorduk –daha dogrusu Mc Donalds tabelası gorduk- ve oraya gittik, alelade bir pizzacıyı bulduk – Mc ten daha iyidir diyerek- ve orda bol hamurlu pizzalarımızı bitirdik.
Il Partigiano
İşimizi bitirdikten sonra Parma meydanında rehberimizle buluştuk, gittiğim bir yerin tarihçesini; okuyarak öğrenmek yerine bizzat rehberden dinlediğim ender fırsatlardan biri oldu bu. Burası da nehrin ikiye boldugu sehirlerden. Saray, etrafındaki alan konusunda bilgi aldık ve nitekim orada arkasını saraya donmus bir partizan heykeli ilgimizi çekti. Meğersem Parmalılar anti-faşist olmaları ile ünlülermiş ve şu meşhur İl Partigiano, bizde bilinen ismi ile Ciao Bella şarkısı buranın bir yerel halk ezgisi! imiş.
Küçük bir  şehir Parma, üniversitesi olduğu için genç nüfus çok fazla. O gün gezerken, tez sunumudan geçip mezun olmuş 2-3 yeni doktor gördük. Meğersem adettenmiş, Julius Sezar'ınki gibi yapraklardan bir taç takarak, pelerinle dolanıyorlar etrafta, fotoğraf çekiyorlar halkla, çok şekerdi.
 Ara sokaklardan geçerek Klise, manastır ve vaftiz klisesinin oldugu mini bir meydana geldik, Parma Rönesans döneminde hacı adaylarının yollarının uzerinde olan onemli bir uğrak noktasıymış. Manastırın üzerinde yer alan çeşitli renklerdeki tabaklar da, o dönemde okuma yazma oranı düşük olduğu için, yolculuk eden hacı adaylarına “burada yemek verilir” mesajı vermek içinmiş. Semiolojinin gücü! Kliseye girip, adak mumlarımızı yaktıktan sonra Garibaldi sokağında ucuz fiyatlı ayakkabıcıların ortasında bulduk kendimizi,  ya beğenmedik, ya da beğendiklerimizin numaraları olmadığı için almadık. Bu arada Parma, Parmesan peyniri ve Prosciutto di Parma (Parma salamı) ile meşhur. Meydanın arkasındaki daracık sokaklardaki yerel dükkanlardan peynir ve salamımızı alıp yürüyerek akşam yemeği yiyeceğimiz restauranta doğru gittik. La Filoma adlı bu antik restaurant, oda oda bölmelerden oluşuyor. Sadece tek bir garson var, biz içeriye girdiğimizde nasıl bir yerde olduğumuzu algılamamız vakit aldı, ancak yemekler gelince nerde oldugumuzu anladık J Acayip leziz balkabaklı ravioli ve farklı soslu bir lazanyadan sonra bir tatlılar geldi ki evlere şenlik. Milföy ve sorbet, çok doymuştuk hepsini bitiremedik ve içeriden ahçı geldi beğenmediniz mi diye. Şiddetle tavsiye olunur.
Parma'da dar sokaklar
Ertesi gün Parma’da fuara gittik, hayal kırıklığı ile oradan erken çıktık ve Fidenza adlı bir outlet/alışveriş merkezine gittik. Birçok marka var- meğersem arka kısmında birçok giyim markası daha varmış ama bize gördüklerimiz yetti. Biz özellikle ev dekorasyon eşyaları  satan Maisons Du Monde da kendimizi kaybettik, bir sürü ıncık cıncıkla döndüm resmen. Ordan hamam gibi sıcak olan odama döndüm (arkadaşımın odası da buz gibiydi, bi ısı ayarı yoktu oteldeki odaların). Bir de ilginç birşey, sanki Afrika’dayız her yer sinek dolu. Mağazaya giriyosun sinek, arabaya biniyosun sinek, fuara gidiyosun sinek. Fuardaki bayanın yorumu çok ilginçti : “hava dışarıda soğuk burada sıcak ya, onun için giriyolar??!!”
Neyse otelde dinlendikten sonra taksiye atlayıp akşam yemeği için bir bilinmeze sürüklendik. Git git bitmiyor yol, nasıl da ıssız anlatamam, Polonezköy gibi bir yere geldik, karanlık olduğu için tam anlayamadığımız ama sonra internet sitesinden bakınca gördüğümüz doğa içerisinde butik bir otele gitmişiz. Meğersem buranın Locanda Ca’ Matilde adlı restaurantı da çok meşhurmuş, biz oradayken de garsonun çok ünlü oldugunu söylediği bir futbolcu geldi. Hatta Michelin aday listesindeymiş. Allah dedik tam fanfini finfon, geçirmelik bir yer olacak. Bir ekmek sepeti ve çeşitleri geldi, mükemmel. Çok güzel bir şarap eşliğinde enteresan yemeklerimizi yedik. İşin ilginç kısmı, sunulan her yemeğin içinde ne varsa adı o: mesela “ıspanak püreli, balzamik soslu, şanfıstıklı (serpilmişti dekor olarak), balkabaklı krem brüleli ahtapot salatası” yedik.. Valla söylemesi  yemesinden uzun sürüyor J Sonra az pişmiş bir et geldi, fena degildi, arkadaşım için biraz çiğ olduğu için lütfen pişirirmisiniz demek istedim. Resmen Italyanca uydurarak “cookare” diyerek, Italyanca ya yeni bir kelime hediye etmiş oldum J
Ertesi gün tekrar fuara gidip, alakasız bir şekilde orda yaşayan bir arkadaşımı gördüm (bu arada uçağa binmeden havaalanında 3 kişi görmüştüm, Pazartesi günü sokakta yürürken Mısır’da çalışan bir iş arkadaşımı gördüm ve bu da üstüne geldi, diyorum dünya küçük diye J Öglen işimiz bitti ve uçağa atlayarak geri döndük.

Comments

Popular posts from this blog

Ayvalık , Cunda - Temmuz 2011

Safranbolu, Kasım 2010

VAN minüt - Mart 2012