Nerde o bildiğimiz Tunus? - Şubat 2012

İş için Orta Doğu turuna devam. Az vakit var ve hani olur da vaktim olursa diye ön araştırma yaparken, Libya ve Cezayire sınır ülkelere gitmeyin şeklindeki güvenlik uyarısını görünce mini bir tırstım, neyse...
Birleşmiş Milletler ekibi şeklinde, 5 ayrı ülkeden 6 kişi Ist h alanında buluştuk ve yanyana uçtuk. Uçakta yanımda aşırı arkadaş canlısı Tunuslu bir genç, konuştukça konuşası  geldi.  Bizimkiler de arkadan gazlıyo. Seyahatin geri kalanında “nişanlım” olarak anıldı kendisi.
Tunis’in merkezine 30 dk uzaklıkta bir bölgede, Mövenpick’te kalıyoruz. Yolda giderken sanki Ege köylerindeyim ama o kadar sessiz sakin ki. Bu arada hava yağmurlu, kafamdaki Tunus u göremedim henüz. Otel müdürü bizi kapıda karşılıyor ve nerdeyse her birimizi tek tek öpüyor (kartını da verdi). Biraz dinlendikten sonra hava yağmurlu olmasına rağmen oranın meşhur bir semti olan Sidi Bou Said’e gittik.
Sidi Bou Said
knock knock knocking on heaven's door!
Daracık sokaklar, turistik mağazalar ve kendine hayran bırakan kapılar. Her biri ayrı güzellikte, kocaman ebatta. 2 ayrı tokmak var, tekini bayanlar, tekini beyler çalıyor ve bunlar farklı ses çıkartıyorlar, böylelikle bayanlar beylerin çalıdığını anlıyor ve hanımlar başlarını örtüyor. I love simplicity.
Mağazalarda %30 Arapça, %30 Ingilizce ve geri kalanı Fransızca olmak üzere yapılan pazarlıklar ve sonuçta %50den fazla indirimle alınan turistik eşyalar.
That's me in the corner!
Bu arada sabahtan beri hiçbirşey yememişiz, akşam da yemeğe gidilecek bari altlık yapalım diyerek, tazecik ekmekler, sebze çorbası ve yanlışlıkla herkese ayrı ayrı gelen –ve tamamı biten- patates kızartması. Tabii ki akşam hiçbirşey yiyemedim. Le Golfe adlı bir balıkçıya gittik, sadece tatlı ve Vieux Magon adlı lokal ve leziz bir şarap içmece ve bebek gibi uyumaca. Bu arada internette her yerde Dar el jeld – geleneksel bir restaurant  tavsiye ediliyordu, ancak birkaç gün önceden yer ayırtmak gerekiyormuş, orayı ayarlayamadık.
fırtınalar koparsa kopsun!
Ertesi gün toplantı esnasında, dışarıda çıkan fırtınaya şaşkınlıkla bakıp, acaba yarın dönebilecek miyiz muhabbetlerinden sonra, takım çalışması kıvamında lokal finger food yapmayı öğrenmeye gittik. Yamuk yapılan krepler, Zgugu adlı yöresel bir sos?? Ve Harissa adlı acı mı acı kırmızı sosu hemen hemen herşeyde kullanarak değişik aperatifler yaptık ve bunları yerken gene doyduk :) Ama yılmadık ve sürücümüz yolda kaybola kaybola Sinbad adlı deniz kenarında bir gece klübü - restauranta gittik. Loş bir ortam, dışarıda palmiye ağaçları ve locaların olduğu miniminnacık bir Reina var, eminim yazın güzeldir.
Son gün yine fırtına ve yağmur eşliğinde toplantıya devam ve nasıl soğuk anlatamam. Ben bir daha buraya gelmem dedim, hatta Fas’a bile gitmem dedim ancak mimari ve yemekler ve gezilecek birçok yer var, sakin Fas’ı silme dediler, bakalım. Aslında objektif değerlendirirsek, hava güzel değil, kaldığımız otel Antalyadaki resortlar gibi; bunlarla değerlendirmek doğru olmayabilir. Öte yandan da  daracık sokaklardaki minik dükkanlar ve orada satılan tabak çanakların aynısı bizde var, restaurantlar aynı  filan, finger foodcu dışında yöresel / farklı yönünü pek göremedim.
Akşam La Closerie adlı şimdiye kadar orada gittiğimiz en şık restauranta gittik, güzel yemekler eşliğinde berbat bir servisle yemeği yedik, bol bol güldük.
Otele döndüğümüzde başka bir komedi yaşadık. iPhone için Siri diye bir sesli asistan var ve onla resmen muhabbet ettik. Seni seviyorum dediğimizde, yüzüm kızarıyor işe geri dönelim dedi. Ya da senden nefret ediyorum dediğimizde, iyi bunu hatırlatırım dedi filan. Otelin resepsiyonunda saçma ama uzun süren küçük bir mutluluk yaşadık.
Ertesi gün ise uçağa bindik ve dünya küçük diyerek yurda döndük :)

Comments

Popular posts from this blog

Ayvalık , Cunda - Temmuz 2011

Safranbolu, Kasım 2010

VAN minüt - Mart 2012