Karisik duygular - Malezya ve Thailand, Agustos 2019
Kurban bayramında ilk defa Dubai’de 9 günlük tatil oldu
ve bu fırsatı Malezya & Thailand tatili ile değerlendirelim dedik. Grubumuz ikizler burcuna sahip 4 kişiden oluşuyor, keşif
& sohbet & zeka ve kahkaha garantili bi tur! Malezya benim gittiğim 53. ülke olacak fakat isin komiği
görmek istediğim ülkeler listemde bile diil. Hayatımın ilk sıfır planlı tatilini, hiçbir beklentimin
olmadığı Kuala Lumpur’da geçirmek ilginç oldu.
Öncelikle Maleyza ile ilgili kafamızda içkinin yasak olduğu, çoğu kişilerin
konservatif Müslumüman olduğu biraz dini bütün bir ülke algısı vardı. En
azından Kuala Lumpur için bunu tamamen unutun, Turkiye’den hiç farklı bulmadık,
kadınların bazıları kapalı, bazıları modern. İçki çok yerde satılıyor ve sorun
yok. Tabii ilk gün bunu tam bilemediğimiz için, nasıl
giyineceğimi de bilemedim ve en sonunda dize kadar gelen kolsuz elbisemin
içine, ayni renk olduğu için pijamamın üstünü giydim ve öyle çıktım sokağa.
Bu arada Ibis Fraiser Business adlı, 3 yıldızlı otel için
pek fena olmayan ama Laleli gibi bir semtte konuşlanmış bir otelde kalıyoruz.
Uykusuz da olsak ‘şehri keşfedelim’ düşüncesi ile, havaalanından gelirken
trafik yüzünden 1,5 saat arabada geçirdiğimizden bu sefer metro ile şehre
indik, metro kolay ve büyük.
Ordan Central Market ve etrafındaki çeşitli tapınaklara,
meydanlara gittik. Biraz daha yürüyüp, nehir üzerindeki Sultan Abdul Samad
Camii’ne gittik. Sonra benim Uniqlo aşkım tuttu ve Sogo adlı bir AVM’ye gittik.
Burda AVMler ilginç, yatay yerine dikey yapmışlar, her biri en az 10-15 kat.
Ordan çıkıp, yürüyerek Changkat adlı minik bir sokağa
geçtik. Burası güzel bir semtte,
bir sürü pub ve barın olduğu, genelde
yabancıların takıldığı bir sokak. Beklenmedik bi anda karşımıza çıkınca ve biz
de aç olduğumuz için çok iyi geldi.
Biz Healy Mac adlı Irish Pub’da oturup favori içeceğimiz
sangria eşliğinde, Yeni Zelanda rugby maçı izledik :)
Bu arada KL ile ilgili beni şaşırtan bir başka şey de,
etrafta gerek turist gerekse expat çok fazla yabancı olmasıydı. Nedense kafamda
hep köhne bi yer algısı vardı ama tamamen pozitif yönde değişti, Malezya
pasaportunun dünyadaki en değerli 5. pasaport olduğunu öğrenince daha da
şaşırdım.
Ordan çıkıp, turumuza biraz daha devam edelim dedik ve
Jalan Alor sokağında yan yana sıralı sokak yemekçilerinden geçip, oranın bir
nevi Kadıkoy meydanı sayılabilecek Bukit Bintang meydanına geldik. Biraz daha
ilerledikçe daha lüks otel ve mağazalar (bkz: Pavilion avm) çıktı karşımıza.
Artık pestilimiz bitmişti ve taksiye atlayıp eve döndük.
Ertesi sabah maceralı bi şekilde tur şirketinin
ayarladığı tura gittik, sürücü geldi aldı bizi. Dubai’de yeşile hasret olduğumuzdan dolayı buranın
yemyeşil hali bize ilaç gibi geldi. Önce King’s Palace/ Kral’ın Sarayına gittik. - Burası
yeşillik içinde bi yer, içeri sokmuyolar ama önünden bakıp hızlıca resim çekip
döndük.
Malezya yapımı Proton marka arabamızla, National monument- savaşlarda ölenlerin anısına yapılmış
olan, gene yeşillik içindeki Ulusal Anıt’a gittik. Ordan değişik & hoş bir mimarisi olan National
Mosque/Camii, bacaklarımız açıkta diye o sıcakta üzerimize mor kapişonlu kaftan
gibi bişi verdiler. Ku Klux Klan gibi dolandık.
Turun devamında Independence Square ve City gallery,
ordan otosanayii gibi bi yerde bir çikolata fabrikasına uğradık. Kuala
Lumpur’un alamet-i farikası olan Petronas Kuleleri’ne geçtik, bizde alası var
(Burj Khalifa) deyip yukarı çıkmadık ama kadraja alıcaz diye kastırarak önünde
bol bol foto çektirdik.
Burda da bir China Town varmış, ıncık cıncık satıcılar,
sahte ürünler ya da ne olduğunu tanımlayamadığımız yemek tezgahları hepsi bir
arada.
Bu sırada acıktık, etrafta gönlümüze göre bişey
bulamadık, kalktık birgün önceki Changkat’a gidip, ismini nedense not almadığım
bir pubda Fish and Chips yedik.
Otelde azıcık dinlenip, turcu amcanın ayarladığı Batu
Caves’e gittik. 270 kusur merdiven çıkmak acı oldu. Biraz daha çıkılabilecek bi
yer verdi, erkekleri gönderdim ben oturdum:) Bu arada maymunlar her yerde ve
über gelişmiş ambalaj açma, yemek soyma (muz vb gibi) kabiliyetleri filan var.
Aman dikkat. Bir de merdivenleri karşına alınca solda bi tane daha mağara
tapınak vardı, içi bütün altın kaplı vb, o da çok güzeldi. Bir de biz
gittiğimizde orada tadilat vardı, sonradan internette bi resmini gördük,
rengarenk merdivenler, etraf yeşillik filan, daha ulvi bir görüntüsü vardı.
Akşam Jalan Alor’da Meng Kee adlı yerde Can’in Emre diye
bi arkadaşı ve ailesi ile lokal street food yedik. Ordan, aslında Japon tatlısı
olan, yuvarlak & renkli lokumumsu moshinin içi dondurma ile doldurulmuş
olanından yedik, aklımız kaldı, bir daha da bulamadık.
Yürüyerek gene Bukit Bintang üzerindeki KLCC Towers’a
geldik. Skybar ordan gene yürüyerek önce Marini’s e girme denemesinde bulunduk,
kıyafet sebebiyle olmayınca Mandarin Hotel lobby lounge’da içki içtik. Ama 2-3
gündür genelde salaş ortamlarda takıldığımız için, o kadar iyi geldi ki.
Otele dön ve uyu, sabah boktan kahvaltıda ancak 1 dilim
ekmek yiyerek çık. Ordan otelin ayarladığı taksi ile Port Dickson’a Lexis
Hibiscus oteline geç. Otelin fotosunda The Palm gibi ama çiçek şeklinde evler
yapmışlar, deniz güzel gözüküyor filan. Otele bi geldik, minnak bi havuz, deniz çamur, biraz
ilerisinde 4-5 şezlong ve minik cafeler. Ortam bize göre felaket, ama
resepsiyon bir Las Vegas oteli kalabalığında ve biz dışındaki herkes mutlu :)
Nitekim aracı göndermiştik, girişteki cafeye tünedik, sürekli bişey yedik sinek
kovma çabası arasında (hayır, iç mekanda oturuyorduk ve sinekler vardı).
Sürücü
bizi 5’te alıcaktı, dayanamadık 3:30 ta aldırdık. Arabayla 5 dk mesafede deniz
fenerine gittik. Uzunca bir tırmanış sonrası tepeye geldik ve içeri girmemize
izin vermediler, halka kapalıymış. Bi tabela koysana aşağı, beklentimiz olmaz
en azından. Biz de mal mal etrafını dolaştık ve döndük geri.
Duş filan derken tekrar dışarı çıktık, Nasi Kandar Pelita
adlı lokal bir yere gittik. Ben diyim çay bahçesi, siz deyin kocaman Bambi
büfe. Etrafta insanlar var ve birşeyler yiyorlar ama bakmadık bile. Biz Malezya
yemeği yiycez heyecanı ile ondan da söyle bundan da söyle modunda tam 13 tabak
yemek söylemişiz görmemişcesine. Yani masaya sığmadı, adam ek masa getirdi ve
bir ihtimam anlatamam. Hesabı ödeyemeyince (detaylar az sonra) beklerken bi
baktık insanların önlerinde bir tabak yemek, yanında naan ekmeği, yani iki
tabak yemek yiyen bile yok.
Yemek ucuz olduğu için akşamları bir kap da olsa
dışarda yiyorlarmış. Ama biz kötü hissettik etrafa bakınca. Hesabı da
ödeyemediğimiz için muhtemelen o kadar çok yerseniz paranız yetişmez tabii
demişlerdir:) Tabii ki kredi kartı geçmiyordu ve elimizde Malezya parası da
kalmamış öyle salıvermişiz. Yok exchange ofis yok bankamatik derken,
kurtarıcımız Yiğit para çekti geldi. Son gecemizdi, hemen dönmeyelim dedik,
Trec adlı, biraz şehrin dışında kalan ve 20’den fazla restaurant barın olduğu
bi komplekse geldik, Le Noir adlı yerde canlı müzik vardı, kadın nasıl güzel
söylüyor anlatamam. Sonrasında başka bi grup çıktı sarmadı, biz de Muzeum die
bi yere gittik ve 1 gibi otele döndük. Hiçbir beklentimiz olmadığı için ve karşımıza genelde ya
otantik ya da bizim tarzımız yerler çıktığı için Port Dickson dışındaki
heryerden çok memnun kaldık.
Sabah bizi 11’de aldılar, h alanına gittik, sadece
çikolatacı var h alanında resmen. Old white coffee’de tünedik, uçuş rahat
geçti, 1,5 saat transferle geldik Pattaya’ya.
Pattaya hakkında tek fikrimiz, Ingilizlerin bol olduğu
leş bir yer. Biz ettik siz etmeyin. Otele geldik, rehber yordu önce, otel fena diil ama Thai
kızlar birbiri ardına Hintli amcalarla yukarı odaya çıkıyor.
Internetten düzgün gözüken bi Thai rest bulduk, yürüyerek
oraya gittik - Jasmin’s. Çok memnun kaldık. Sokaklar Alanya sokakları gibi,
heryerde açıkhava marketler, taze tropik meyveler vb satıyorlar. Etrafta yaşlı
Avrupalı amca & genç Thai kiz çiftler cirit atıyor.
Yolun devamında deniz vardı, denize doğru gittik
ayaklarımızı soktuk. Gece olmasına rağmen insanlar balık tutuyodu o yüzden
denize girmedik. Sahil boyunca yürüdük, denizin üzerindeki kaldırımdaki
palmiyelerde palmiye başına bi kadın görmeye başladık. Sola kafamızı çevirdik,
orda da motosikletlerin önünde kadın öbekleri. Bi şaşkınlığı atlattıktan sonra,
Walking Street adlı, normal barların olduğunu sandığımız bi yere düştük. Burası
açık bir kerhane. Heryer bar ve heryerde ya çalışan kadın var ya da içinden yok
jilet yok muz çıkartan kadınların showu / sevişen insanlar showu vb var. Bi de
bunu fotolu menüsünü yapmışlar, gördüklerim bütün gece gözümün önünden gitmedi.
Sokağın sonuna dogru Hintli bar öbekleri oluştu. Bu arada profil ya Hintli ya
yaşlı Avrupalı. Sokağın sonuna kendimizi zor attık derken taksiye binmek
istedik, taximetreyi çalıştırmayınca ve iki kati charge etmek isteyince aynı
sokağı gerisin geriye yürümek zorunda kaldık.
Otele geldik, o sırada Işıl geldi :) hepberaber Işılların
odaya gittik, sohbete daldık. 1 gibi uyu, sabah kahvaltıda Hintli istilası ama
güzel& bol çeşitli kahvaltı vardı.
Ordan Coral Island turumuz vardi, bizi aldılar, denizin
oraya geldiğimizde bi Little India oluşmuştu, elimize bişiler yazıp bileğimize
ip bağladıkları noktada, nerdeyse geleceği gördük ve ani bi şekilde tura
katılmaktan vazgeçtik. Pattaya’nın en medeni noktası olduğunu düşündüğümüz
Starbucks’a gidip nereye gidelim planı yaptık. The Sky Gallery adlı bi lounge
bara geldik, deniz önümüzde ama giren yok hatta yol bile yok oraya. Oturduk
tünedik. Uyuklamışız, yemek yedik. Ordan sahilde yürüyüş de yapınca ıstakoza
döndük.
Akşam üstü 4'te otele dönmüş ve masaja girmek üzereydik,
gün o kadar erken bitti. Güzel bi masajdan sonra odalarda dinlendik. Grab ile
Naklua bolgesinde Moom Aroi adlı hangar gibi bi seafood restauranta geldik.
Açıkhava ama üstü kapalı kocaman bi yer. Yan tarafta loca misali özel odalar
var filan. Yemekler yıkılıyor, acı oranına dikkat, acılı bi asparagus geldi
hepimizin ağzına etti.
Odaya dönüş, uyu ve sabah 4:30’ta kalk. 5te transfer
geldi, 1,5 saat yerine 2,5 saatte BKK’ye vardık. Otele geç, varır varmaz araç
ayarlayıp Damnoen Saduak floating markete gittik. Muhteşem pislikte bir nehir
düşünün, geleneksel botlarla onun üzerinde gidiyosunuz. Etrafta da ahşap alan
içerisinde standlar var. Önce turistik bölgesinde her türlü eşyaya maruz
kaldık, sonra asıl happening in olduğu ve yemek satılan alana girdik. Anam aynı
anda 4-5 boat karşılıklı yönlerden geliyo, çarpışan botlar modundayız. Ortam
nedense bize pek hijyenik gelmedi :)
Acıkmıştık yiyemedik bile orda, yol
uzerinde bişi yiyelim dedik, hiçbir yer yok. Alakasız bi sokakta Amazon Cafe
die sonradan kahve zinciri olduğunu anladığımız bi cafede kahve icip, coconut
oat biscuit ve wasabili tuzlu banana chips filan gibi abes bi kahvaltı yaptık.
Ordan Central World die bi AVM de Uniqlo peşine düştük
gene. Odaya geliş, ben o kadar yorgundum ki direk duş alıp yattım, ekibin geri
kalanı Jim Thompson’in evine gittiler (ben daha önce gitmiştim) Akşam için
Faces die geçen sefer gittiğim yere gidelim dedik, yer yok! Kapı duvar olmuş,
ben ayrı takside bizimkilerle buluşmaya çalışıyorum ama mümkün diil. Bir de
sağanak yağmur bastırmaz mı. Şansa bizimkileri bi duvar dibine tünemiş şekilde
buldum, onları da alıp Marriot Hotelde District Grill die şahane bi steakhouse
a gittik. Asıl rooftop ta Octave’a gitmiştik ama su basmış, o yüzden ayni otelde aşağı
indik.
Ordan Rot Fai gece marketine gidelim dedik. Trafik feci, 40 dk da filan
gittik ve memleketteki turistik bi çarşıdaymış hissi ile 10 dk kalıp döndük.
Uyu gene erken uyan, bu sefer şehir turu başlığı altında
Golden ve Marble Buddha- Wat / Temple lara gidiyoruz. Ilk temple’da Işıl eve
dönmek üzere ayrıldı bizden. Ikinci templedan çıkıp, ne tuk tuk ne grab
(Asya’nin Uberi) ayarlayamayarak, mecburi taksiye bindik ve ratingi güzel olan
bi kahvaltıcıya gidelim dedik. Bulduğumuz yer gene JW Marriot otelinin içinde
çıkınca, Dubai’de de gideriz dedik ve yürüyerek yer baktık. Bi tane öz hakiki
thai yerinde menüdeki yemek fotoğraflarıyla bile derdimizi anlatamayınca(lisan
olayı çok fena, Turkiye’den bile daha zor) mecburen ordan çıktık karşıdaki
Parrot kafeye resmen tünedik. Kahvalti-bol internet kullanımı ve mail kontrol
etme sonrasında yapıcak hicbişi bulamadık ve kendimizi sanata adadık:) Sky
Train ile önce National Gallery’e ordan da Siam’da Bangkok Art and Culture
Center die çok güzel bi yere gittik. Burası minik galerilerin ve değişik
sergilerin olduğu 9 katlı hem de girişi ücretsiz bi yer. Çok keyif aldık. Bi
anda sağanak yağmur başladı ve burda yaşayan arkadaşım ile açıkhava bi yerde
buluşma planımız patladı. Biz de Siam istasyonunda ve Siam Center / MBK gibi
BKK’nin en meşhur AVMlerinin ortasındayız. Siam Center’a girme planıyla
yağmurun ıslattığı yerlerde yürürken ben çookk güzel bi şekilde önce kayarak
havalandım, sonra popo üstü bi güzel düştüm. Toparlanıp Baan Ying adlı yerde
thai food yedik.
Otele döndük, benim popom bildiğin acıyor. Kırıldığı vb
diye çok korktum, son gecemizdi, gençleri bara gönderdim, bi cataflam aldım
ağrı kesici ve orda yaşayan arkadaşımı arayıp en yakın hastaneyi sordum o
derece. Neyse ki sabaha ağrım olmasına rağmen yürüyebilecek haldeydim. (Not: o
ağrı 3-4 ay devam etti) Transfere atladık, Dünya Küçük diyerek evimize döndük.
Comments
Post a Comment