Laos ve Kambocya, Aralik 2019
Uzun
resmi tatili daha da uzatarak bekle bizi Asya dedik ve Can’la yola koyulduk.
Henüz Thailand’dan döneli 10 gün bile olmamış ama içimizde gezme aşkı bambaşka.Bangkok
aktarmalı Laos adlı güzide ülkenin en bilinen şehri Luang Prabang’a vardık. Kapıda
vizemizi aldık. Fransa sömürgesi oldukları için, etrafta Colonial tarzda evler,
hem yerel hem de zarif şık restoran & mağazalardan geçtik.Booking.com’dan
Villa MeoungLao adlı bir pansiyon tuttuk ve şansımıza hem merkezi hem de iyi
çıktı. Bavulları bırak, henüz sabah, sokağa çık, etraf nasıl pis, sabah 6-9
arası sabah pazarı varmış, ondan kalanlar ve ilaveten yok uzerinde sinekler
uçuşan tavuk bacağı, yok meyve vb satanlar var etrafta. Sisavangvong adlı ana
sokağa çıktık (zaten bi büyük sokak vardı). İlk tapınağımız olan Wat Mai’e
gittik, öğrenci Buddist monklar vardı, foto çektik ama içeri girmedik. Ordan
National Museum ve tiyatro bahçelerine girdik.
Çok
acıktık ve yol üzerindeki Novelty cafe’ye girdik. Über leziz sebzeli sandviç ve
yerel bira sonrası biraz daha dolaşıp ve odaya gelip uyuduk. Akşamları
da kaldırım ve yolları kaplayan ‘gece pazarı’ kuruluyormuş, ama nasıl sessiz,
çığırtan yok, bi tarafa çeken yok. Neyse biraz bakındıktan sonra Mekong nehri
kenarına gelip, Big Tree cafe diye bir yer bulduk, buranın da bahçesi dreamy ve
orda kahve içtik. Otele yürürken yerel ve geleneksel bir düğüne denk geldik,
biraz onu izledik.İlk
izlenimimiz burası minnak bir yer, bize biraz Kaş’ı anımsattı.
Ertesi
sabah az ama öz ve lezzetli kahvaltı sonrası günlük kahvemizi içmek üzere gene
güzel dekorasyonlu Dexter Cafe’ye geçtik. Sırada oranın en büyük tapınağı olan
Wat Xieng Thang Temple var, orda dolandıktan sonra, 6 USD’ye masajımızı
yaptırdık. Hem Laos’ta hem Kamboçya’da el masajı çok ucuzdu. Özel odada yağla
yapılan masajlar da vardı ama buranın asıl özelliği sadece perde ile ayrılan
minderler olması ve yanyana belki 20 kişinin yatabileceği odalarda, pantalon
üzerinden basınç masajı yapmaları.
Öğlen
Four Square’den Manda de Laos adlı bir vaha bulduk, nasıl güzel, nasıl sirene
anlatamam. Yemekler biraz karışık geldi bize ama ortamdan ve sunumlardan çok
memnun kaldık.
Akşam üstü gün batımı için Phousi tepesine çıktık, ben ilk
kısmına gittik, Can bi üste daha çıktı, onu beklerken uzun pantalonum olmasına
rağmen sinek saldırısına uğradım ve resmen uyuz insanlar gibi kaşınmaya
başladım. Odaya dönünce saydım ve 63 yerimden ısıtılmıştım!!! Çeşitli
ilaçlar sürdükten sonra hafif bir akşam yemeği için Indigo Hotel rooftop’a
gittik, mekan çok hoş ve ortam boş. Bu arada her yerde balkabağı çorbası vardı,
burda da onu içtim, tavsiye olunur. LP’deki genel sorun buydu. Bir de 525
isimli bi barı merak edioduk, oraya yürüdük ve nitekim orası da bomboş olunca
içimizde içki içme hevesi söndü ve kös kös otele döndük.
Üçüncü
günümuz için Mekong
Nehri’nde bir bot turu ayarlamıştık ve çok memnun kaldık. Uzun yerel teknelerle
1 saat yol gittim, bizi önce bi adaya götürdüler, rehberimiz Laos ile ilgili
birçok bilgi verdi, ordan Pak Ou adliye minnacik bir mağaraya gittik. Manifa
Fil Kampı’nda öğlen yemeğimizi yedikten sonra elephant arabaya geçtik ve Kuang
Si Şelalesine gittik.
Tam tur bitti derken, ordan bi Moğol / Şaman köyüne götürdüler, ilginçti.
Tam tur bitti derken, ordan bi Moğol / Şaman köyüne götürdüler, ilginçti.
Akşam
Tangor isimli, ender dolu olan yerlerden birinde sokakta oturduk, içkimizi
yudumlarken geleni geçeni izledik. Hayat en geç 10’da bitiyor Luang
Parabang’da. Gerçi etrafta çok fazla backpacker vardı, bizim ana sokaklarda
gördüğümüzden farklı bir hayat olduğuna eminim. Ama biz tecrübe ettigimiz
kadarından çok hoşlandık.
Ertesi
gün sürpriz şekilde aktarmalı olarak Siem Reap’e Kamboçya’ya geçtik. Burası
için online vize almıştık önceden, havaalanı girişi çok hızlı oldu. Cyclo
Boutique Hotel diye bir yerde kalıyoruz, otel minik ama hem dekorasyonu hem de
ekip çok iyi. Merkeze 15-20 dakika yürüme mesafesinde, asıl gitme amacımız olan
Angkor Wat’a 30 dakika vb çok memnun kaldık.
Biraz dinlendikten sonra yürüyerek merkeze indik, Phu adlı yerel bir lokantada yerel yemek yedik. Bu arada yerel tatlar çok ucuz ama içinde ne olduğunu bilemediğimiz ve hijyen standartlarımızın biraz altında kaldığı için sokaktan pek birşey yemedik. Yemek bitince Pub Street / Barlar Sokağı’na geçtik, The one by T drinks’te süper leziz Mango’lu frozen martinimi içtim. Bu arada günde 3-4 öğün mango yiyoruz. Ordan gitmemiz önerilen ‘Kandal- hip district’ e yürüdük ama akşam olduğu için heryer kapanmıştı. Tuk tuk ile biraz serince de olsa otele döndük.
Biraz dinlendikten sonra yürüyerek merkeze indik, Phu adlı yerel bir lokantada yerel yemek yedik. Bu arada yerel tatlar çok ucuz ama içinde ne olduğunu bilemediğimiz ve hijyen standartlarımızın biraz altında kaldığı için sokaktan pek birşey yemedik. Yemek bitince Pub Street / Barlar Sokağı’na geçtik, The one by T drinks’te süper leziz Mango’lu frozen martinimi içtim. Bu arada günde 3-4 öğün mango yiyoruz. Ordan gitmemiz önerilen ‘Kandal- hip district’ e yürüdük ama akşam olduğu için heryer kapanmıştı. Tuk tuk ile biraz serince de olsa otele döndük.
Uyu,
deli dürtmüş gibi alarmla 4:40 kalkış, gündoğumu izlemeye Angkor Wat’a, üstelik
Tuk Tuk ile gidiş. Hem alarmla kalk hem de tuk tuk ile buz gibi havada git,
güne başlamak için mükemmel bir kombinasyon oldu.
Angkor
Wat’ta güneşin doğuşunu halkla bekledik, gusel resimler çektik ve nitekim
6:10’da e dönelim artık olduk. Megersem 5-10 dakika daha bekleseymişiz güneşi
de görebilecekmişiz ama olmadı. Otelde 1 saat uyuyup, kahvaltı yaptıktan sonra
tekrar AW’ye geri döndük.
Dünyanın en büyük tapınağında avare avare dolaşmamak
için otelden bir rehber tuttuk. Bu arada da biletlerimizi de az bir fark
vererek önceden online almıştık, otele teslim ettikleri için hiç sıra
beklemeden girdik. Angkor Wat çeşitli farklı tapınaklardan oluşuyor, biz Angkor
Thom / Banteay / Ta Phrom / Bayon’u gördük.
Akşam
pestilimiz çıkmış şekilde Barlar Sokağına tekrar gittik, Monsoon adlı hiç
tavsiye etmeyeceğim bir yerde içinde alkol olmayan içki, 5 kaşıkta biten çorba
içip, biraz daha dolandık ve otele geldik.
Siem
Reap’teki son günümüzde sabah havuz kenarinda sohbet sonrası ‘Brand collection’
mağazasında alışveriş yaptık. Malum Vietnam ve Kamboçya özellikle spor kıyafetlerin
ucuza üretildiği ülkeler. İhraç
fazlalarını da böyle satıyorlar. Seyahatin devamında nerdeyse hergün uğradık.
Ordan Kandal District’e tekrar bir şans verdik ve bu sefer bayaa hip bir sokak
modunda canlı idi. Vibe adlı bir Vegan cafe’de nefis bir vegan burger yedim.
Vejeteryan olma fikri çık aklımdan:) Otele dönüş, kitap eşliğinde havuz kenarı
dinlencesi.
Akşam
çok önerilen Khmer Apsara Dancing Show’a gittik. Birçok farklı versiyonu var,
biz daha mütevazi olanını seçtik ve Kulen2 restaurantta acik büfeli bir şova
katıldık. Hangar gibi bir yer, belki 300-400 kisi var, 1,5 saatte geleneksel
Kamboçya dansları yapıyorlar. İnsanlar hem yiyor hem de şovu izliyor. Geceyi
barlar sokağında özel bir çeşit dondurma yiyerek tamamladık.
Siem
Reap gezimizi de koşturmadan tamamladıktan sonra tekrar uçağa atladık, dönüş
uçağımız da Phnom Phenm’de olduğu için PP’ye uçtuk. Buraya gelmeye LP’de iken karar verdigimiz için biraz hızlı davrandık ve nehir kenarı iyidir düşüncesiyle
seçtiğimiz Point Boutique Hotel barların arka sokağında, kadın satışının tam
ortasında çıktı. Otel desen iğrenç, bir duvar boyadık ve kırlent ekkedik diye
kendini butik otel ilan etmişler.
Bavulu bırakır bırakmaz kendimizi sokağa
attık ve ölümcül bir hata daha yaptık: ana caddeden, nehir kenarından yürümek
yerine arka sokaklardan gittik. Allah’im beni affet, o kadar boktan ki, sanki
Laleli-Kasımpaşa arka sokakları, ne kadar moralimin bozulduğunu anlatamam. Four
Square sağolsun, Friends diye yemek ücretinin bir kısmını çocukların kaçırılmamasına
bağışlayan ve ailesiz çocuklara istihdam saglayan (garsonların bir kısmı
öyleymiş) bi yerde lezzetli bir yemek yedik. Benim vejeteryan olma durumum
hızla devam ediyor, keza bir kere kıkırdak ve derisi ile sunulan tavuk yedikten
sonra en güvenli yolun sebze olduğuna karar verdim. Bu arada Friends ettaftaki
ender doğru düzgün yerdi.
Sonra gene pis köhne sokaklarda dolaştık. En sonunda
nehir kenarına çıktık, Royal Palace’in önünde dururken 7 gündür ilk defa
2 Türk gördük, kısaca şaşırıp konuştuktan sonra bağımsızlık abidesine kadar
yürüdük ve orda şehir bambaşka bi hale büründü, ferah sokaklar, villalar çıktı
karşımıza. Ben hep bir şehirde kaldığın yer, orası ile ilgili algını oluşturur
diye inanırım, keşke bu bölgelerde kalsaymışız. Brown die bi lokal kahve
zincirinde kahve içtik, gene outlet görüp gene bir şeyler aldık. Ordan Bassac
Lane die bi yer gördük TripAdvisor da ve yürüyerek gittik: minik bir sokak,
sıra sıra bohem bar ve restaurantlr var. Nasil mutluyum, sanki Cihangir -
Karakoy’deyim. Bir haftalık Asya yolculuğu sonrası insan modern bir yerler
görme ihtiyacı hissediyor. Gecen sene de Malezya - Thailand tatilinin 4.
gununde bu kadar lokal yeter deyip Mandarin
Hotel’e gitmistik. Nitekim burda da filli pantalon, tuktuk ve tapınak görmekten
bir süre sonra gına geldi. Orda ön izleme yapıp, tuktuka binip, otele geldik.
Dinlen, otel iğrenç ama tepesinde Juniper die bi bar var, odaları rezerve
ederken de ona vurulmuştuk, oraya çıkıp bi içki aldık. Minik ama güzel dekore
edilmiş bir rooftop Jazz bar; çok keyifliydi.
Ordan Bassac Lane’e geçtik, hiçbir yer kredi kartı kabul etmediği için önce bir döviz bürosu bulmakla uğraş, bulamayınca biz de paramız kadar yeriz deyip Phnom Phnem Yacht Club köşesinde oturduk, geleni geçeni keyifle izledik. Tuktukla otele dönüş.
Otel barların arka sokağında olduğu için, sabah 4’e kadar filan iğrenç gürültü vardı. Uykusuz bi gece sonrası kalk, kahvaltıda nerdeyse hiç seçenek olmadığı için aç kalarak yola koyul. Bu sefer planımız bir gün önce ayarladığımız hop on off bus ile soykırım müzesine geçmek. Daha 30 yıl öncesinde böylesi işkenceler olduğunu görmek çok üzücü oldu:( Çıkışta köşedeki Dimora adlı kahvecide kahve. Araçla Ölüm Tarlaları/ Killing fields e geçiş. Burda maalesef sesli anlatım alamadık (her yerde bozuk usd geciyor ama 100 usd verince surekli bir itirazda bulunuyorlar) o yüzden kısa sürdü ama üst üste duran binlerce kafatası zaten kelimelere gerek duymadan vahşeti anlatıyor.
Ordan Bassac Lane’e geçtik, hiçbir yer kredi kartı kabul etmediği için önce bir döviz bürosu bulmakla uğraş, bulamayınca biz de paramız kadar yeriz deyip Phnom Phnem Yacht Club köşesinde oturduk, geleni geçeni keyifle izledik. Tuktukla otele dönüş.
Otel barların arka sokağında olduğu için, sabah 4’e kadar filan iğrenç gürültü vardı. Uykusuz bi gece sonrası kalk, kahvaltıda nerdeyse hiç seçenek olmadığı için aç kalarak yola koyul. Bu sefer planımız bir gün önce ayarladığımız hop on off bus ile soykırım müzesine geçmek. Daha 30 yıl öncesinde böylesi işkenceler olduğunu görmek çok üzücü oldu:( Çıkışta köşedeki Dimora adlı kahvecide kahve. Araçla Ölüm Tarlaları/ Killing fields e geçiş. Burda maalesef sesli anlatım alamadık (her yerde bozuk usd geciyor ama 100 usd verince surekli bir itirazda bulunuyorlar) o yüzden kısa sürdü ama üst üste duran binlerce kafatası zaten kelimelere gerek duymadan vahşeti anlatıyor.
Son olarak Aeon Mall’da Sunire Yakitori
House’da oğlen yemeği yedik ama yorgunluktan ölüyoruz. Sabah bizim boktan
otelden check out yaptık, uzatmak istedik bi odayı dolu oldukları için
uzatmayınca, yan sokakta ucuz bi otel bulup uyuduk. Kalkıp biraz ileride La
Croisette te dondurma yedik. Kredi kartı kullanmaya o kadar alışkın diiller ki,
otele döndüğümüzde iki defa çektiklerini fark edince tekrar gitmek ve işlemi
iptal etmek zorunda kaldık. Yola çıkmadan önceki minik stres sonrası nihayet
hava alanına geldik ve Dünya Küçük diyerek evimizin yolunu tuttuk.
Comments
Post a Comment