Huzurlu topraklarda beyin yanmasi - Sri Lanka, Mart 2017
Madem Dubai'de
yaşıyoruz, yakın civarları keşfedelim mantığı ile birbirini pek tanımayan 5
kişi Sri Lanka'ya gidiyoruz. 4 saatlik yolculuk
sonrası havaalanına iniş, çıkarken duty free mağazalarında beyaz eşya
sattıkları dikkatimizi çekiyor, nitekim dışarda da buzdolabı- çamaşır makinesi
yüklenmiş insanlar görüyoruz.
Hava biraz sıcak ve
nemli, aracımız bizi almaya geliyor, onden gelen grup üyelerini otellerinden
alıyoruz ve istikamet Pinnawella adlı fil yetimhanesi. Yollar fena değil ama
tek şerit, 3 saat yolculuk arasında kahvaltı molası veriyoruz. Yerel kahvaltı
yapalım niyetimiz Saman adlı karakter sürücümüzün bir nevi mesire yerinde bizi
durdurması ve korili pilav önermesi ile sona eriyor. Onun yerine, yerel bir kahve zinciri
olan Barista'da Lavazza kahvemiz eşliğinde (markanın önemi) fil manzaralı
kahvaltımızı yapıyoruz.
Yetimhaneye
geldiğimizde önce biberonla süt vermelerini izledik, ordan fillerin meyve ile
beslenmelerine üzüldük ama yetimhanenin sirklerden daha iyi olduğu tartışması
ile içimizi rahatlattık. Fillerin yolun karşısına geçmesine eşlik ettik,
meğerse 5 dakikalık mesafede nehir varmış ve hergün duş aldırıyorlarmış,
onların banyosunu izledik. Bunun dışında başka merkezler de varmış orda file
binip, birlikte duş yapılabiliyormuş.
Ordan iki saat yol
aldık, etrafın yeşilliğini, manzaraları anlatamam, arada yol kenarında minik
marketler vb vardı ama geri kalan heryer yemyeşildi.
Ordan Dambulla Rock
Cave / Golden Cave dedikleri, altından Buddha heykellerinin olduğu kutsal alana
gittik.
Dimdik taşlı yokuştan
maymunlar eşliğinde çıktık, maymunlar heryerde hoplayıp zıplıyorlar bir de.
Bende korku ve tiksinti tavan yapti resmen. En tepeye
çıktığımızda güneşin alnında ayakkabıları çıkarttırdılar. Bi adam var 1 tl ye
ayakkabıları saklıyor (önce gerek yok diye düşündük ancak zıplak maymunları
düşününce riske atmayalım dedik) Bende Allah'tan çorap vardı ama yerler nasıl
sıcak anlatamam, Guzi'nin ayakları geri döndüğümüzde kıpkırmızı olmuştu.
Yanyana odalardan
oluşan bi tapınak bu ve her birinin içerisinde birçok değişik pozisyonda ve
illa ki de yatan bir Buddha var.
Ordan arabamıza
atlayıp Heritance Dambala Kandalama adlı otelimize geldik. Oraya varınca
farkettik, meğerse Sri Lanka'nın en iyi otelinden biriymiş.
Otel bir yamaçta, bir
golün etrafında, nasıl yeşil ve nasıl labirent gibi anlatamam. Her gittiğimiz
katta bir havuz çıktı karşımıza. Leziz bir öğlen/akşam
yemeği esnasında bi anda bir yağmur başladı ki sormayın. Six Senses adlı çok
meşhur bir Spa vardı, oelde de subesi varmis, oraya gittik, masajları yaptırıp, odaya gittik ve kısa bir
uyuyalım dedik, (tanıdık geliyor mu? Lütfen 2016 Fethiye yazısını okuyun) 9'da
kısaca uyan ve gruba gözümüzü açamıyoruz mesajı atıp sabah 7:30a kadar uyu. Uyanır
uyanmazsınız direk havuza git Guzide ile. Ordan duş ve muhteşem gol manzarası
eşliğinde kahvaltı. Her yerin bi dezavantajı var, maymunlardan dolayı dışarda
yemek yiyemiyosun, içerden tadini cikartiyorsun.
Arabamıza atladık, 2
saat mesafede Sigiriya Rock Fortress'e gittik, burası kutsal bir tepe, Macha
Pichu gibi, çok kutsal ve çok eskilerden kalma bir yer.
Yemyeşil bahçelik
alan düşünün, etrafında minik göletler, ordan merdivenlerle en tepedeki
kayalara tırmanıyorsun... Şöförümüz 1300 basamak dedi ama biz nedense suursuz
davrandık. Ben yolda nerdeyse
bayılma noktasına geldim, dura kalka dura kalka bi yere çıktık, en tepeye
geldik sanmıştım ki yaklaşık 150 merdiven daha olduğunu görünce vazgeçtim, ekip
tırmandı, ben soluklandım. Bu arada dünkü fil yetimhanesinde de burda da bir
sürü okul grupları var, genelde beyaz üniformaları ile gelmiş kalabalık çocuk
grupları. Birine el sallamaya başlayınca elin yaklaşık 10 dakika havada
kalıyor.
Ben bi 10 dk
dinlendim, bi de nasıl sıcak, nasıl terledim. Bi taraftan `ekip yukarda ayıp
oldu onlara` hissiyatim var, diğer taraftan bu kadar gelmişsin, zorla kendini,
ne olduğunu gör cümlesi kulağımda. Nitekim yürek yiyip çıkmaya başladım, tepeye
20 merdiven kala artık soluğum gene kesilmişti. Bu arada merdivenler daracık ve
gidiş geliş. Ben bi köşe buldum beklerken bi okul grubuna yakalandım, son
canimla her birine el sallayıp hello demekle beş dakika geçirdim. En sonunda tepeye
vardım ve bizimkileri 4ü bir arada yakaladım! Ordan gene bin merdiven
inerek aracımıza ulaştık.
Yollar
beklediğimizden düzgün aslında ama dar ve bi sürü motorlu tuktuk var önümüzde
giden, sürekli bi sollama ve korna çalma modunda ilerledik. Bu arada bir önceki
gün ile aynı saatte vahşi bir yağmur başladı . Iyi ki arabadayız da Sigiriya
Tepesinde diiliz olduk. Ordan bizi Luckgrove adlı bitkisel bir bahçeye ve
baharat marketine götürdüler. Sri Lanka ev yapımı tedavilerde
çok meşhurmuş. Demo amaçlı kullandıkları minik bi botanik gardenda dolaştık,
ilk defa bir kakao ağacı gördüm. Sunumu yapan adam 10 dakika ücretsiz masaj
yaptırıp yağları deneyebilirsiniz dedi. Bi anda arkadan 5 adam saldıray modunda
gelince biz biraz korktuk ve sadece Tawfiq'le Can masaj yaptırdı. Hızlı alışveriş
ve bir sonraki durağımız olan Kandy şehrine yol aldık. Temple of Tooth a
girdik, günde üç defa offering esnasında tören oluyormuş, 7dekine yetismeye
çalıştık, girişte gene ayakkabıları çıkarttırdılar, yerler ıslak ve çamurluydu
ben çorapla gezmeyi tercih ettim. Bu arada dizlerin kapalı olması gerekiyo, ben
butun gün terden güneşten korusun, yok sıcak tutsun diye yanımdan ayırmadığım
şalımı bu sefer de belime sardım. Yanınızda mutlaka şal ve bi de galoş
olsun...İçiçe geçmiş bir tapınak, yereller beyaz kıyafetlele gelmişler ve
ellerinde çiçeklerden oluşan offeringler var,
ben orda çalışan
adamlarla offering hazırladım, minik özel bir kapının açılmasını bekledik,
sonra içeri girebilirsin giremezsin konusunda bi anlaşmazlık oldu, 3 defa sıraya
girdik çıktık en son dayanamadık tamamen dışarı çıktık.
Bu arada anlaşmazlık
konusunu açmak isterim, burdaki kişilerin işletim sistemleri çok eskide kalmış.
Hele Saman adlı şoförümüz günde 5 kere beynimizi yaktı. Tuvalet nerde diye
sorduğumuzda eskiden burdaydı da çok kolaydı da bilmem ne deyip, 10 dakika
sonra tuvalet yok şeklinde cevap vermesi, mesafeleri sorduğumuzda önce 1 saat
sonra 2 saat vb demesi, hangi mevsim en iyisi dediğimizde Mayıs'tan sonra
Haziran gelir, gene yağmurlar devam eder filan demesi yaktı bizi..
Akşama geri dönersek
, tapınağın yakınında Oak Ray adlı mağaza / restaurant gibi bi yere gittik,
lokal yemek yeme hayalimiz vardı, pek gerçekleşmedi, orda nasıl yedeğimizi de
bilemedik.
Ordan Amaara
Otelimize gittik, miniş bi otel, restaurant resepsiyon içiçe, canımız bişiler
içmek istedi ama izinleri yokmuş diye yakında ki Topaz adlı otele gittik, yağda
kavrulmuş kaju yanında 1 lt lik yerel üretim Carlsberg birası, üstelik
1980lerden kalma şarkıları soyleyen piyanist de cabası. Muhabbetten sonra
yürüyerek geri döndük yattık. Kahvaltı ve yola çıkış.
Ilk durak Botanik
Bahçesi: rengarenk ağaçlar, haritaya göre çok küçük, heryer 5 dkda ulaşılıyor.
Ordan bi saat gidip bi çay fabrikasına varış. Iptidai bi üretim tesisini gezip,
adamın poşet çayı kötülemesinden sonra, aynı bardaktan bin tane çay deneyip,
havaalanında satılanın 3-4 katına satılan çaylar satın aldık. Bir başka 3
saatlik yola çıktık, rafting planımızı iptal edip biraz başkent Colombo'yu
görelim diye ilerledik. Ilk durağımız Galle Face hotel oldu, orda saat 5 civarı
Hint okyanusunun yanında, havuz başında keyifli bir yemek yedik, günü batırdık
ve bol foto çektirdik.
Ordan Colombo'yu
keşfetmek için yola çıktık, belki de seyahatin en eğlenceli kısmı bu oldu. Önce
özgürlük meydanına geldik, 1950'lerde kurulmuş. Bu arada Sri Lanka'nın daha yeni
popüler olmasının sebebi, 2008 civarında iç savaşın bitmiş olması ve yeni yeni
dış dünyaya açılıyor olmaları. Ordan tam karşısındaki yer alan Colonial
mimaride Arcade adlı bi yere gittik, meğerse iki katlı bir alışveriş merkeziymiş
ama her yer 7 gibi kapanmıştı, o sırada yakınlardan yüksek sesle müzik
geliyordu, sese doğru gittik. Bi öğrendik ki önemli bir kriket maçı varmış ve
bitiminde parti yapıyorlarmış. Karanlık arazilerden geçip orta boy duvarlardan
atlayarak stadyumu bulduk ama müzik bile bitmek üzereydi diye girmekten
vazgeçtik. Sokaklarda dolanmaya devam ettik ve taze meyve suyu satan bir yerde
ben mango suyu içtim (Vietnam'dakini arıyorum hala). Arabamıza dönüp
beklenenden erken bir şekilde havaalanına vardık. Saat 9 civarıydı ve 10'da bir
uçak vardı; şansımızı denedik ama başaramadık, neden gece yarısı uçağını tercih
ettiğimi de hatırlayamadım ama loungeda topluca pinekledik. Sabah inip, evde
duş alıp üzerimi değiştirerek ofise gittim ve yakin bir yeri daha kesfetmis olmanin mutluluguyla Dünya Küçük dedim.
Comments
Post a Comment