Gizli kalmis ihtisam - Tahran, Subat 2017
Iki saatlik uçuş
sonrası 10 civarı Tahran'a indik. Uçakta beni bi başörtüsü telaşı sardı, acaba
doğru taktım mı, beyaz renk olur mu diyerek yanımdaki kadını bi baydım. Diğer
taraftan da İran'daki bütün kadınlar için içim burkuldu. Hele sonrasında modern
ortamlarda tanıdığım arkadaşlarımın da kanıksamadan taktığını görünce Allah
ülkemi korusun, yardımcı olsun dedim.
Hava alanında
yakınlarının gelmesini bekleyen insanların elinde çiçek buketleri olması
dikkatimi çekti, başka havaalanlarında ender gördüğün birşeyin böyle yaygın
olması hoşuma gitti.
Bi saat sonra şehirde
sadece 1 tane 5 yıldızlı otel olduğu için şirketin anlaşmalı olduğu apart
otel Abtin Hotel Apartment'a geldik, 1+1 odam var.
Bu arada Dubai'den 30 dakika geri, Turkiye'den 30 dakika ileriler, haliyle minik biz zaman kaosu yaşadım.
Sabah erken toplantı,
koşturmacalı bi gün sonrasi akşam 8'de Nazanin beni aldı, 20 dk lık yolu hem
trafik hem kaybolma sebebiyle 1 saatte katettik ve bir başka İran'li arkadaşım
Negar'ın evine vardık.
Bütün kızlar
toplandık, sohbet muhabbet derken akşam 10:30 civari geleneksel İran
yemeklerinin olduğu sofraya oturduk. Hem geç yiyolar hem de yemekler bildiğin
ağır, amaaaa çoookkk leziz. Safranlı pilav öğlen akşam mutlaka oluyor. Ben bir
de Fesenjoon dedikleri narlı tavuğun tadına doyamadım.
Gece geç yatıp, sabah
6:30 kalk ve şehrin tek 5 yıldızlı oteli Espinas Palace Hotel'e doğru yol al.
Otel şehrin yüksek kesimlerinde ve muhteşem bir karlı dağ manzarası var.
Toplantı sonrası leziz Fars yemekleri ile ikinci turu tamamladıktan sonra odaya
dönüş, otelin paralel sokağındaki Vanak alışveriş merkezimsi yere gidiş. Bu
merkezde çeşitli markaların isimleri tabelalarda ama içerdekiler çakma. Tek
kuruş İran parası yoktu üzerimde, ofistekiler de kredi kartı az yerde geçiyor,
kullanınca da banka sorun çıkartabiliyor deyince hiçbirşey almadan odaya döndüm
ve çalıştım.
Akşam, Hakan'la
Elahiah bölgesindeki Sam Center'da Divan adlı bir Iran restauranta gittik.
Gidiş bol kaybolmalı ve eziyetli oldu. Öncelikle Türkçe çok yaygın ve Türk
olduğunu öğrenen herkes Azerice konuşmaya başlıyor. Anlamayınca da bozuluyor.
Hele bi de takside isen, önce Azeri Türkçesi sonra da İbrahim Tatlıses
şarkıları başlıyor kaçış yok. Üstüne bir de yolu bulma telaşı eklenince acılı
bir şekilde Divan restauranta vardık. Ortam çok hoş, arada Türkçe şarkı
çalıyor. Ben perde pilavı gibi içinde et ve böğürtlen olan bir yemek yedim çok
başarılıydı. Tatlı ve ekşi kombinasyonu çok yaygın. Bir de nar her yerde.
Pilavsız yemek olmadığı için genelde kaşık ve çatal kullanıyorlar, bu
restaurantta ilk defa bıçak kullandık.
Odaya dönüş ve sabah
kahvaltı destinasyonumuz için 1980 model taksimetresi olmayan taksi ile Hakan'ı
alıp Andarzgoo bolgesinde Chai Bar'a varış. Sanki Yıldız Parkı'nın bahçesinde
kahvaltı yapıyoruz, tek farkı karşımızdaki dağlı kar manzarası. Fars
kahvaltısı, Türk kahvaltısı derken kendimizi biraz kaybetmiş olabiliriz.
Pastane simiti de olsa simit de gelince, güneşin altında bu keyifli kahvaltı
çok iyi geldi.
Bahçenin devamında bir sanat galerisi vardı, Taraghijah adlı çok
meşhur bir İran'li sanatçının eserlerine baktık, sanattan anlama seviyemiz pek
yüksek olmadığı için turumuz kısa sürdü.
Ordan yürümek
istemeyen Hakan'ı zorlayarak 15-20 dakikada buranın bir nevi Eminönüsü
denilebilecek Tajrish Bazaar'a gittik. Hava güzel, şehrin tadı da yürüyerek
çıkıyor! Tajrish tam bir kaos! Kuruyemişçiler, elektronikçiler, çakmacılar ne
ararsan burda var. Arkada da İmamzade dedikleri bir türbe vardı, zaten başı
kapalı olan kadınlar bir de üstlerine hijab / abaya giyinip ibadetlerini
ediyorlardı.
Ordan taksiye bindik,
gayet modern bir alışveriş merkezi olan Paladdium center'a gittik, bakındık,
süpermarkete inip akşam için birşeyler aldık. Bu arada da içerisi sıcak diye
montumu çıkarttım, 2-3 kadın bana baktı ve hemen başörtüm mü düştü diye
düşündüm. Meğersem popom açıkta kalmış, sabah popomun da örtülmesi gerektiğini
unutup kısa bir hırka giymiştim, ondan bakıyorlarmış, tıpış tıpış montu giydim
kurdeşen basma pahasına. Ordan herkes yaşam alanlarına dağıldı.
Saat 5 gibi Nazanin
beni aldı ve arabayla en uzun caddeleri olan Vali Asr sokağından gecerek
kanserle savaş için bir Kermes'e gittik. Nazanin'in bir sürü tanıdık gördü,
birkaç destekte bulundu. Karşı sokağındaki başka bir sanat galerisine gittik,
cidden güzel parçalar vardı, benim de bir sanat eserine yatırım yapma zamanımın
geldiğini hatırlattı bana.
Ordan Elahiyah'ta
başka bir mini mallda Vicolo adlı bir cafeye oturduk. En üst katta açık havada
bi Parisien sokak yaratmışlar be ister içerde ister dışarda oturtabiliyorsun.
Keyifli sohbet sonrası Nazanin'in beni Hakan'a bıraktı. Allah razı olsun hepsinden, bütün seyahatimde
beni kolladılar gezdirdiler.
Bu arda annem
Perşembe günü işin bitti madem neden dönmüyorsun demişti, bi şehirde ne kadar
arkadaşın varsa sen de o kadar gerçek hayatı yaşayabiliyorsun. Ne mutlu bana
ki, böyle güzel arkadaşlıklar biriktirmişim, böyle güzel insanlar çıkmış
karşıma, uzun zaman görüşmesek bile bıraktığımız yerden devam edebiliyoruz ve
beni değerli hissettiriyorlar.
bu kadar duysusal ara yeter...
Aksam Hakan'in elleri ile hazirladigi ziyafet ve sohbet sonrasi benim esneme sayım artınca otele döndüm.
Sabah 6:45te anlamsız
bir şekilde uyanış, bavulu kapat ve bu yazıyı yaz. Kalkinca pencereden bakma aliskanligim olmadigi icin İki saat sonra asagi indiigmde heryerin karla kapli oldugunu gor ve sasir. Negar beni
aldı ve methini duyduğum Kubaba adlı bir restauranta gittim. Aslında sahipleri
perşembe akşamı gittiğimiz Divan'in da sahipleriymiş. Açık büfe leziz
kahvaltımızı overdose Türkçe popçik şarkılar eşliğinde yaptık
Negar beni Sam
Center'a bıraktı, elinde bavulla dolaşmamak için giriş kapısının yanındaki Tomo
adlı cafede bir kahve söyledim, 15 dakika sonra Farah da katıldı ve 11 gibi
Hakan bizi aldı. Hedefimiz Golestan Sarayı. Yol üzerinde ormanla çevrili ama
otobanın üzerinde yer alan Tabiat Köprüsünü gördük, orda çeşitli restaurantlar
varmış. Belirli bir mesafe gittikten sonra sağa çektik ve meğersem şehrin
belirli kısımlarına girmek için bir sertifika / izin alınması gerekiyormuş, onu
hallettik.
Ordan Tahran'in tam
güneyine, şehrin gerçek kısmına geldik. Bi yerde indik ve 15 dakika yürüdükten
sonra Golestan Sarayi'na geldik. İhtişamı, her yerdeki aynaları, ışıltıyı
anlatamam görmeniz gerek. Foto çekmek yasak olduğu için maalesef yeterli görsel destek
yok.
Çıkışta Grand Bazaar'ın uzantılarından birine, Altın Çarşı'sına doğru gidip,
meşhur Moslem adlı esnaf lokantasinda yemek yiyelim dedik. Bi gittik, bi sıra
var bi saatte ancak girebilirim, elimize bi sıra nosu tutusturdular, Farah
içimizdeki tek İran'li, iki kelam etti, bi şekilde öne geçtik ve üst kata
resmen savrulduk. Kebap ve tahchin adlı tavuk yanında pirinç ve yoğurtla
yapılmış kekin bulunduğu (Divan'da benim yediğim) yemekten söyledik.
Porsiyonların büyüklüğünü anlatamam, nitekim çıkarken bir posette yemeklerin
yarısını aldık. Bu arada shallotlu yoğurt dışında üzümlü cacıkları var, o da
yıkılıyodu.
Ordan çıktık, 4 yol
ağzındaki meydandan sola dönmek yerine düz gidince kendimizi
boşlukta bulduk. Geri dönmek uzun süreceği için elektrikli araca binelim dedik,
bu sefer da arabanın şarjı bittiği için nasıl yavaş gidiyo anlatamam, sürücü
bizim Türk olduğumuzu duyunca Aşıksın diye şarkı patlattı, ama bu arada yolda
kimsenin bizi taktığı yok, çarptık çarpıcaz insanlara. Diğer elektrikli
arabalar bize bin basıyo filan derken arabamıza geldik, ordan havaalanına
gittik. Bize yok yol yok havaalanı kalabalık olur demişlerdi, bildiğin bomboş.
Nitekim 4 saat erken geldik ve sohbet ederek oyalandık.
İsteyip de fırsat
olmadığı için gidemediğim Tahran'daki Darband ve Darakeh bolgeleri, Shah
Sarayı, Tebriz, İsfahan, Şams gibi şehirlere bir dahaki gelişimde gitme
dileğiyle Dünya Küçük dedim.
Comments
Post a Comment