Ingiliz dokunuslu Cin - Hong Kong, Nisan 2019


Son dakika kararı ile iki gün öncesinden uçak bileti aldım ve 60. ziyaret ettiğim ülke olacak Hong Kong için yola koyuldum.
Sağanak yağmur karşıladı beni. Vaktim bol diye taksiye binmek yerine otobüse bindim. Her tarafta koca koca gökdelenler sonra konteynerların olduğu büyük gemi limanı derken Hong Kong’un adalardan oluştuğunu idrak ettim. Etrafıma bakınırken yanıma Taylandlı sarımsak kokulu yârim oturdu. Bi saatlik yol boyunca önce benle bol bol selfie çekti, sonra zorla şeker verdi, sonra sözde çaktırmadan benim videolarımı çekti ve tekrar zorla başka şeker verdi ve nihayet durağımda indim de kurtuldum.
Vahşi yağmur yağıyor, otel indiğim durağın iki arka sokağında ama bavulla yürümek mümkün diil. 80 model Serçe arabaya benzeyen taksiye atladım ve Bonham 99 adlı otelime vardım. Otelin yeri fena diil, odalar da idare eder ama odamın manzarası resmen gecekondu mahallesine bakıyor. Sonra farkettim ki ödediğim paraya değmedi.
Neyse odada biraz dinlendim. Orda yaşayan birinin önerdiği Asya mantısı denilebilecek Dim Sum yemeye Dim Sum Square adlı kafe/restauranta gittim, şansa 5 dakikalık yürüme mesafesinde çıktı. 

Ordan keçi gibi bayaa dik bi yokuş tırmanıp ve milyon merdiven çıktıktan sonra, sonradan isminin Soho olduğunu öğrendiğim Hollywood / Elgin / Stanton vb gibi sokaklardan geçtim. Şehir hem yokuşlu hem de sokaklar birbirini kare şeklinde kesiyor. Cumartesi akşamı olduğu için sokaklar çok kalabalıktı. İngiliz dokunuşlu Çin olarak adlandırdım Hong Kong’u. Yerel yerlerin yanında gayet modern hatta Nordic esintili mekanlar, hepsinde bol expat ve kapılarında Çince tabelalar vardi.
8:30 gibi odaya geldim, 24 saatten fazla süredir ayaktayım, göz kapaklarıma fil oturmuş gibiyim. Zorla 9:30’a kadar dayandım ve uyudum, nasıl bi yorgunluksa sabah 9:30ta kalktım ama jetlag yüzünden sürünüyorum keza Dubai’de saat sabah 5:30.

Duş sonrası neler yapılabilire bakıp ve en son yapmayı düşündüğüm Macau Adası’na gitmek için yola çık. Feribot terminalinde AVM açmışlar (hayır AVM’de feribot gişesi diil). Biletimi aldıktan sonra açlıktan bayılmak üzereydim ve Toast box diye bi yerde tost yedim.
Turbojet adlı feribot firması ile (zaten iki tane vardı ve fiyatları yakındı. HK’de herşeyde bir haftasonu tarifesi var, daha pahalı) Macau’ ya rahat bi yolculukla vardım ama ülkeye giremiyorum. Rastgele kontrole denk geldim,  polis içeri aldı, 2-3 soru sorup, bi form doldurup gönderdi.


Asıl sürpriz şehre inince başladı. Meğerse Macau eski bir Portekiz kolonisiymis ve sanki Güney Amerika’ya gelmiş gibiyim. Mimari o kadar hoş ki. Bir de Hong Kong’un gökdelenlerinden sonra, burda estetiği bol, kısa binalar görmek iyi geldi. İşin ilginci her yerde hem Çince hem de Portekizce tabela var. Ve çok yeşil.
Şehir merkezine gitmek için 3 nolu otobüse bindim, Almedia Ribiero sokağında indim. İndiğim yerin hemen önü Rua Domingos meydanı, trafiğe kapalı ve Colonial tarzda mimariye sahip, nasıl hoş. Trafiğe kapalı sokakta sağlı sollu yürüdüm, heryer kuyumcu, pastane ve spor ayakkabı satan yer dolu. Bunun dışında hep bilinen markalar var, cidden anlamıyo insan Macau ya da Uzakdoğu’da olduğunu. Daracık bi sokakta insanları yarıp yürümeye çalışırken Maraş dondurmacısı gördüm, kısa bi sohbet ettim çocukla. Biraz daha dolanıp St. Paul kalıntıları kısmına gelince geri döndüm. Bir de Mutluluk Yolu die Ruo Felicidad die bi sokağı merak ediyordum, oraya da baktım- tırt çıktı, o sırada da Taipa bölgesine giden otobüs geldi ve atladım. Sokaktaki kalabalık buraya da yansımış, nerdeyse şoförün kucağında ben kullanıcam otobüsü, o kadar kalabalık.

En sonunda Macau’nun karşı adası olan Taipa’ya geldim, mal otobüs şoförü erken indirdiği için resmen halkın yardımıyla yolu buldum. Macau aslında kumarhaneleriyle meşhur ve özellikle Çin & HK’den çok ziyaretçi alıyor. Cotai bölgesindeki gene kumarhanesiyle meşhur Venetian hotele gitme hedefim vardı ama önüme ilk çıkan Galaxy otele girdim, feci! Sanırım hayatımda girdiğim en büyük otel. Casino’ya girdim baktım, beni sarmadı çıktım.
Ordan alt katta Casino’ya paralel AVM’de biraz dolandım ama insan güruhunu anlatamam, üstüme üstüme gelince, Venetian otel ve shopping strip e gitmeye takatim kalmadı. Onun yerine otellerin her bi yere bedava transferi varmış, direk ona bindim ve feribota geçtim (bu arada feribottan inince de bilebilirmişim meğersem o shuttle lara).
Bi de artık halim kalmadığı için gidemedigim başka bir yer de Taipa adasının ucundaki Coloane bölgesinde içinde panda olan Pavillion of Rare Animals oldu.

Odaya gel dinlen, Lan Kwai Fong bölgesini önermişlerdi, bir gün önceki SoHo’nun civarında ama daha çok içki için publar barlar var. Orada gözüme pek birşey kestiremeyince, The Landmark die bi AVM'ye gidiyim dedim, bin saat sonunda bulduğumda hem kapanmak üzereydi hem de sadece kokoş markalar vardı, sevmedim çıktım, M&S süpermarketten bi sandwich aldım ve otele yürüdüm.
11'de yattım ve mal gibi sabah 4’te uyandım; bi saat sonra tekrar uyu, kalk, duş al, giyin. Bugün planda hop on off bus ile dolaşmak var, 20 dakikalık yürüyüşten sonra durağa geldim ve otobüsle HK Convention Centre, Fashion Walk, Wan Chai elektronik / bilgisayar marketi şeklinde tam tur yaptım. Tekrar ediyorum her yer çok kalabalık, her yer yokuş & merdiven, her yerde kuyumcu ve Rolex satan mağazalar var.
Bilet kapsamında 1 saatlik vapur turu vardı, otobüste anlattıklarının aynısını denizde anlatıyorlar, nasıl sıkıcı. Kowloon’da (şehrin karşı yakası) turun yarısında indim.
Harbour City diye gene kocaman bi AVM çıktı karşıma, Uniqlo sevdam beni içeri soktu, birşey bulamadan çıktım ama her yer marka her yer kalabalık, herkesin elinde LV poşetleri var, sanki bedava dağıtıyorlar.
Sushkikan die sushi satan bi yere çömeldim 3 gibi. En sonunda Uzakdoğu makarnası olan udon noodle ve sushi yedim. Ordan çıktım bin saatte otobüsün o yakadaki durağını buldum, tam tur yaptım, sonra Moshi Moshi adlı bir Japon tatlısı derdine düştüm.
Otelden belirli ülkelerle bedava konuşabildiğin (tabii ki TR ve UAE yok) ve interneti olan salak bir telefon verdiler. Onun haritasına uyup öyle sokaklara girip çıktım ki, en sonunda saçma bi yerde buldum kendimi. Ama başka bir yerde de moshimi buldum en sonunda.
Ordan sahil kesimi olan ve Promenade adını verdikleri bölgeye yürüdüm, otobüsle gece turu var bu sefer. Allahım aynı şeyleri 3. defa dinlemekten gına geldi. Neyse üstü açık otobüste giderken, hava da karardı ve birden karşımıza meşhur & ışıklı HK manzarası çıktı. Ben Dubai’den alışkın olduğum için sakin kaldım ama otobüstekiler wow mow filan bi kıyamet koptu :) (ne yapsalar yaranamiyolar bana)

En sonunda sahil kenarında indim, Starbucks’a oturdum, her akşam 8de Symphony of lights dedikleri, senfonik müzik eşliğinde binaların tepelerindeki ışıklı tabelaların müzikle uyumlu yanıp söndüğü bir show varmış, onu izledim. Bence gene tırt- Dubai çıtayı çok yükseltmiş. Ordan yürüdüm, Stary Ferry dedikleri, Üsküdar-Beşiktaş motoru gibi 10 dk da karşı tarafa geçiren motora bindim ve evet ordan gene yürüdüm otele, artık belim kopmuştu ama nedense gene de yürüdüm:)
Odaya gel, netflix vb uyu. Sabah 9:30’ta yataktan kendimi kazıdım gene, 11 gibi ancak yola koyul ve gene yürüyüş:) bu sefer adanın güney kısmına geçtim ama o kadar yağmurlu ve rüzgarlıydı ki, inmedim hiçbir durakta. Şehre döndüm, IFC adlı AVMye gittim, orda Lady M NY diye meşhur bir pastacıda pasta yedim. Hemen aşağıdaki otobüs durağından 15 no lu otobüsle The Peak dedikleri, şehrin en yüksek yeri olan tepeye çıktım.
Asıl olay tramvayla çıkmakmış ama şaka gibi ben gelmeden sadece 3 gün önce 3-4 aylığına tamire almışlar:) Yukarı çıktığımda geniş bir şehir manzarası, bir trekking yolu ve olmazsa olmazımız mini bir AVM karşıladı beni. Biraz dolandıktan sonra otobüsle 40dk da aşağı indim, bu sefer Wan Chai adlı elektronik marketin olduğu yerde indim, heryerde aynı ürünler ve aynı fiyat, pazarlık vb yapıcak halim de yoktu, bakındım çıktım. Bu arada şehirde meşhur Ladies market ve Temple Gece Pazarı var, beni cezbetmedi ama ilgisi olan olursa die not düşelim. Gene yürürken yok üzerinde çok güzel dekore edilmiş Rempah Noodles’da en sonunda istediğim gibi bir noodle çorbası yedim. Ordan ne yaptım, gene YÜRÜDÜM. Yollar düz diil, eğer sokaklara aşina diilsen resmen tetris oynuyosun, nerden nereye geçebilirim, aa karşıya geçmek için yukarıdaki köprüye çıkmam lazım ama girişi yok vb gibi. Bitik halde odaya vardım, dinlen-dus ve maalesef 3-4 saat çalışmak zorunda kaldım, bavul vb derken yattım.
Ertesi sabah uyan, Elephant’s Ground die tavsiye edilen bi yerde kahvaltı yapıcam ama o kadar çok yokuş ve merdiven çıktım ki, tam yokuşun bitimine 50 adım kala başka bi önerilen yer olan Brunch Club u buldum ve direk oraya girdim:) Sağlıklı kahvaltı seçenekleri vardı, kahvesi de güzeldi, neticede keyif aldım.
Cikista siparişleri halletmek için bir Kore kozmetik markası olan İnnisfree mağazası aradım (evet gene kozmetik). Alışverişimi hallettikten sonra kendimi şaşırtıp, bu sefer takatim kalmadığından taksiye bindim ve resmen 45 dk yürümek yerine 6 dk da hem de saçma bir paraya otele geldim. HK’de ilk 2 km icin fix rakam 24 HK parası, yaklaşık 16 TL. Önceden bileydim:)
Bu arada günlerden 1 Mayıs, resmi tatil, herkes sokaklarda, kalabalık bir daha üste geldi. Asıl ilginç olanı; üst geçit, merdiven altları, parklar vb de yerlerde Filipinli hanımlar toplanmış piknik yapıyorlardı. Sağım solum Filipinliydi. Neyse otelde üstümü değiştirip ilk defa Über kullanarak havaalanına vardım. Son dakikada Tim ho wan adlı aslında fast food zinciri olan ama Michelin yıldızlı (hatta en ucuz Michelin yıldızlı diyorlardı) bir yer öğrendim ama artık geç olmuştu. Seyahatin sonunda 60 diil, 61. ülkeye ayak basarak evime döndüm ve bir hayalimi daha gerçekleştirmenin mutluluğu ile Dünya Küçük dedim.

Comments

Popular posts from this blog

Ayvalık , Cunda - Temmuz 2011

Safranbolu, Kasım 2010

VAN minüt - Mart 2012