Balkanlardan bir yar gelir bizlereeeee - Balkanlar, Agustos 2019


Bayram tatili için Nevra ile Balkanlar’da araba gezisi yapıcaz. Dubai’ye yerleşmeden önce 2 yıl üstüste bu road tripleri yapmıştık ve çok keyif almıştık, 3 yıl sonra sıra Balkanlar’a geldi.Istanbul’dan Belgrad’a uçtuk, havalimanında mal ve Ingilizcesi limitli bir adamdan araba kiraladık. Planımızda Sirbistan üzeri Kosova ve ordan Makedonya vardı ama adam Sırp plakalı araçla Kosova’ya gitmeyin deyince plandan çıkarttık.Arabamızla şehrin göbeğindeki Stari Grad semtindeki Hotel Majestic’e vardık. Bavulu bırakır bırakmaz kendimizi dışarı attık. Otel trafiğe kapalı bir sokakta, sağlı sollu kafeler, canlı muzik olan yerler. Jazz Café’de Raedler birası içtik, odaya gidip bebek gibi uyuduk.
Sabah erkenden kalkıp, meydanda tırıska bir kahvaltı yaptık ama saatin sabahın 9’unu gostermesine rağmen her yerin full olmasına şaşırdık.  Arabaya atla, Makedonya’ya doğru yola çık, 5 saatte gidemedik. Balkanlar’da gitmeyi planladığımız ülkelerin hiçbiri AB üyesi olmadığı için gümrükten geçiyoruz ve kapıda her birinde farklı bir uygulama var. Mesela Sirbistan’dan çıkış çok kolay aslında ama damga bastığı için feci kuyruk vardı. Makedonya’ya girişte ise görevli sadece pasaportlarımızı eline aldı, Türk olduğumuzu görünce kapağını bile açmadan geri verdi. Ağustos ayı olduğu ve Bayram sezonu olduğu için yolda Turkiye’ye giden birçok Alamancı gördük. Otobana bağlanma kuyruğu sonrasında Skopje de air bnb evimize geldik, orda kalmayın diye ismini yazmıyorum bile. Bildigin bir iş hanını haftasonlarında Air BnB olarak kullanıyorlar. Neyse bavulları bırakıp arka sokakta yer alan şehir merkezine gittik. Ettafta estetik bir sürü heykeller vardı.
Türk grubuna rastladık. Pelister Otel’in girişinde yer alan otelin kafesinde yemeğimizi yedik. Haftasonu olmasına rağmen, her yer kapalıydı. Meydandan yolun karşısındaki taş köprüden geçip, Arnavut kaldırımlarının olduğu Türk çarşısının oraya gittik. Turist olarak sadece Türkler vardı:) Dönüp, taş köprünün paralelindeki medeniyet köprüsünden geçtik, Soul Kitchen Bar adlı yerde oturduk, soğuk bişiler içtik. Yapacak hiçbirşey yok, en olmayacak şeyi yaptık ve Koç Holding’e ait Rammall adlı AVMye gidip alışveriş yaptık. Odaya git dinlen. Tavsiye edilen Bohemian street’e gittik, cok güzel yerel yemekler yapan yerler var. Ilkine girmek istedik, meğersem her yer reserve imis, baska bir yer göstermek istediler ama garson o kadar ukala idi ki girmedik. Onun yerine Cuhaukat adlı mini bir açıkhava sokak barında keyifli içki içtik. Resmen halk 10dan sonra çıkıyor sokağa, bayaa kalabalık oldu. Geceyarısına doğru odaya geç uyu, sabah 8de yola koyulduk.



Tavsiye uzerine Matka adlı kanyona gittik, heryer yemyesil ve her yer Türk dolu, hiç yabancılık çekemiyoruz.
Hızlı bir kahve sonrası arabaya atladık. Mıcırlı bi yoldan gittiğimiz için sonradan farkettik, maalesef arabanın ön camı çatlamış. Saçma sapan bi sigortamız var, en ufak bi çizik için bile 550 eur ödememiz gerekecek. Ödememek için youtube dan yok dişmacunu yok kurşun kalemle nasıl duzeltilir gibi ‘faideli bilgilere’ baktık, tabii denemedik. Ordan Ohrid’e geçtik ve direk Ohrid Golü’ne gittik. Fethiye Ölüdeniz gibi korunan bir alanda ve özel girişi var. Günübirlik tüm gün süren tekne turları var ama biz geç geldiğimiz için sadece 30 dk lik bi kayık turu yaptık, beğendik. Sonra inip yolun sağına doğru yürüdük, daracık sokaklar, keyifli, kuyumcular vb. göl üstündeki ince bi köprüden plaj kısmına geçtik. Göl çok şeffaf ama insanlar alt alta üst üste oturdukları için göle girmekten vazgeçtik. Geri dönüp bi yerde bişiler içtik.
Arnavutluk Tiran’a yola çıktık. Makedonya’dan çıkmamız 15 dk, Arnavutluk’a girmemiz 45 dk sürdü, sadece bekledik. Nasıl yeşil anlatamam. Bir de burası bir Mercedes şehri, bir noktadan sonra obsese bağlayıp saymaya başladım, dört arabadan biri mersoydu, ben Almanya’da bile hiç böyle bişi görmedim.Tiran’da `Hotel Colosseum` da kaldık. Diğer kaldığımız yerlerin aksine booking.com un deyişiyle`mükemmel konumda` diildi ama otel guseldi :) Yürüyerek meydana 15 dk da vardık. Sonra etrafta yemek yeri aradık, mallıktan lokal yer bulamadık (Hellooo Arnavut Ciğeri? Elbasan Tava?? ) ve Artigiano die cici bi Italyan restaurantında yemek yedik. Etrafta sürekli bi açıkhavabar / lounge ortamı var, nüfus genç, sokaklar kalabalık. Diğer yandan dikkatimizi çeken bir baska şey de halkın kısa boylu olması oldu.
Ordan kaymaci die lokal krem karamel peşine düştük bulamadık, epey bir yürüdükten sonra bizim otelin çaprazında bi sokağa denk geldik, zgara (ızgaracılar) vardı, otele bu kadar yakında böylesi yerel bir yeri önceden keşfedememiş olduğumuz için ona da üzüldük:(Nitekim 50 adım sonrasında bizim otelin sokağına geldik, yolun trafiğe neden kapalı olduğu anlaşıldı: meğersem konsolosluk sokağıymış:) Odaya gel duş dinlen ve sabah erken kalkıp kahvaltı ve nereye gidiyoruz: araba cam tamircisi bulmaya. Arnavutluk’un otosanayisinde hayatımızın bir saatini, şansımıza düzgün bir cam tamircisi ile geçirdikten sonra yola koyulduk.
Arabayla Arnavutluk’un bilimum şehirlerinden geçtik, tek şeritli ve asfalt olmayan yollarda kilit kaldık resmen ve 5 saatte en sonunda Karadağ’ın tatil beldesi Budva’ya geldik. Mesafeler matematiksel değil, ülke/ şehirlerarası otoban yok, çıkış kapılarında gereksiz beklemeler var vb ve normal sürmesi gerekenin minimum iki katı sürüyor.
Budva’da labirent gibi dolanarak Hotel Falkensteiner’e geldik. Ilk başta haritada deniz göremeyince bi burkulduk ama otelimiz süper çıktı. Iki ayrı katta havuz, otoban üzeri köprü ile geçilen ve iki yanı halk ile paylaşılan ‘özel’ denizimiz var. Biraz denizde yüzmece, biraz güneş & kitap sonra havuzda yüzmece ve 7de en sonunda odaya gidip duş alıp, akşam yemeği yiyip old town a indik. Old town’da eski olan sadece bir kale gördük. Onun dışında açık hava restaurantlar, mağazalar, yürüyen insan güruhu ile minik bir kuzey Ege sahil kasabasını anımsattı ilk gece. Korkovado die bi yerde oturduk. Once canlı müzik çalıyordu sonra technoya döndünce biz de otele döndük. Ertesi gün bütün günü otelde geçirdik, deniz & havuz & cafe ve malak gibi yatıp kitap bitirmece. Akşam Işıl ve Yiğit geldi, 10 gibi umutsuz bir şekilde old town a indik. Nasıl kötü anlatıyoruz şehri, hiçbirşey yok, ne özelliği var anlamadık vb derken kalenin oraya geldik, meğersem bir gün önce görmediğimiz bi kale içi varmış!!! Ordan girdik, kafeler, dükkanlar vb. Aynen Bodrum Merkez, daracık sokaklar ve o kadar keyifli ki. Gözümüze Casper adlı açık hava barını kestirdik ve orda sohbet muhabbet.
Otele döndük, sabah Kotor’a geçtik, hava çok sıcak ve nemli. Çok trafik vardı. Şehir kale içine kurulmuş, Budva’dan biraz daha geniş.
Dönüşte yol üzerinde El Rey’de manzara eşliğinde yemek yerken, bir anda yaz yağmuru başladı. Otele dön, ben yağmur altında açık havuzda yüzdüm, odaya çıkıp dinlenip kitap okudum. Akşam da meşhur Sveti Stefan adası manzaralı Olive Restaurant’ta yemek yedik. Ortam yemyeşil, etrafta şık evler ve villalar var. Semti çok beğendik. Sveti Stefan ise bir otel tarafından işletilen ve Avrupa’nın milyonerlerinin kaldığı bir ada. Eğer adada kalmıyorsan oradaki kokoş restauranlardan birinde pahalı bir yemek yiyerek oteli ve adayı gezme şansın oluyor. Biz manzarası ile yetindik :) Keyifli sohbet sonrası uzunca bir süre taksi bekleyip, nihayetinde otele vardık.
Sabah 6:30da kalk, 8de yola çık. 1,5 saat anlamsız gümrük sırasında bekledik ve Bosna Hersek / Mostar’a varmamız 6 saat sürdü. Burası da tipik Balkan şehri, daracık Arnavut Kaldırımlı sokaklar vb. Sadirvan die bi lokal cuisine de parmaklarımızı yiyerek yemeklerimizi yedik. Ordan Mostar köprüsü ve etrafını gezdik, çok keyifliydi.
Mostar sonrası destinasyonumuz Saraybosna ve en sonunda bi otobandan geçtiğimiz için çocuksu bir heyecan oluştu içimizde. Işin ilginç tarafı hava da serinledi, yanımızda doğru düzgün kıyafet yok bildiğin üşüyoruz. Marriot Residence’a bavulları bırakıp yürüyerek Bajcarsi’ya geldik. O esnada bütün halk sokakta, bi sürü açık hava sokak arası bar vb var. 18. Yydan kalmış Osmanlı şehrindeyiz sanki. Herkes Türkçe konuşuyor, tabelalarda ya Türkçe yazılı ya da yazanı okuyunca ne dediğini anlayabiliyorsun. Çarşıda meşhur Bosnak böreği yedik `Bosna Bureg` adlı bi yerde: burma börek gibi düşünün, ıspanaklı& peynirli & kıymalı(evet hepsinden yedik) ve yıkılıyordu.
Ordan Cafe Casa mi öyle bi yerde içki içtik. Gene kredi kartı faciası, hiçbir yerde kart gecmio, biz de hep unutuyoruz para bozdurmayı . Gerçi Eur kabul ediolar ama genelde geri yerel para veriyorlar. İçki sonrası sokakta bi festival vardı ona uğradık. Bosnaca şarkılar bizi pek sarmadı, bi de gündüz 11 saat arabada sürününce halimiz kalmadı, otele döndük.
Ertesi sabah Galerija die Srebrenica katliamiının anlatıldığı müzeye gittik, çok etkileyiciydi. Ordan Umut Tuneli’ne gittik.
Bu kadar yakın zamanda böylesine vahşetin olabilmesine insanliğın nasıl göz yumabildiğini aklım almıyor. Ve bizim başımıza gelmeyeceginin garantisi olmadığını farkedip çaresiz hissediyor insan. Duygudurumu iniş çıkışı sonrası bastık Sirbistan / Belgrad’a. Villa Nesic’ de göl kenarinda yemek molası, ordan en sonunda büyük bir şehir görme sevinci ile ilk gece kaldığımız otelimize yakın Marriott Otele vardık. Biraz dinlendikten sonra yürüyerek Skadarska adlı bohem ve turistik sokağa geldik. Burada açikhavada platformlar kurmuşlar, sokakta yemek yiyebiliyorsun, çalgıcılar geciyor vb., çok canli, hareketli bir ortam var. Biz Crvena Ruza adlı restaurantta oturduk. Oturursan ana yemek yemek zorundasın filan garip kuralları sindirdikten sonra siparişimizi verdik, neyse gecenin devamı keyifli geçti.
Sabah kalktık, Dubai halkı olarak öğleden sonra uçağımız öncesi Nikola Tesla müzesine gidelim dedik. Nevra’nın ilgisini çekmediği için gelmedi. Aman çok kuyruk oluyo diyerek sabahın köründe git, ilk biz vardık. Beklerken merdivenlerde kahvaltı yaptık. Ilk giren de biz olduk. Deneyler vb ilginçti. Müzeden çıktığımızda kapıda cidden vahşi bir kuyruk vardı. Ordan taksiyle otele dönüş, Nevra ile buluştuk. H alanında arabayı teslim edicez. Derdimiz tamir edilmiş camı çakmamaları. Bu tehlikeli görevi de başarı ile atlattıktan sonra Nevra da bizsiz macera dolu seyahatine başladı, biz de Dubai istikametli uçağımıza bindik ve Dünya Küçük dedik.

Comments

Post a Comment

Popular posts from this blog

Ayvalık , Cunda - Temmuz 2011

Safranbolu, Kasım 2010

VAN minüt - Mart 2012