Hindistan, Ocak 2007


Bu sefer bir son dakika gelişmesi ile iş için Hindistan yolu gözüktü. 2 ay öncesinden sıtma vb gibi aşılara başlamak gerekiyormuş, vakit az oldugundan etkisi olmayacağı için zorunlu aşıları bile olamadan, hafif tırsarak yola çıktım. Dubai'de 7 saatlik aktarma ve oradaki duty freenin her santimetrekaresini ezberledikten sonra Emirates’in in-flight entertainment sistemine hayran kalarak bir Cuma gününde Mumbai (Bombay) e vardım. Havalimanı bizim Atatürk havaalanının 15 yıl önceki hali: kaotik bir ortam, fena kalabalık, biraz da kokulu. Ocak ayı olmasına rağmen dışarı çıkınca beni ilk yoğun bir nem ve sıcak karşıladı.
Kaos kelimesi sadece uçak sonrası için değil, tüm Mumbai ile eş anlamlı. Her taraf kalabalık, insanın aklı başından gidiyor. Koca koca yollar, 3 tekerlekli araçlar, nerden çıkacağı belli olmayan arabalar ve insanlar. Resmen bir lunapark. Neyse ki Hindistan’daki ofis kalacağım süre boyunca bana şöförlü ve klimalı bir Tata marka araç tahsis etti ve trafiği sorun etmeme gerek kalmadı.
Mumbai, ilk izlenim
İlk işim o sırada Mumbai’de olan Hintli bir iş arkadaşımla The Grand Intercontinental otelinde öğle yemeği için buluşmak oldu. Zorla tattırılan bol baharatlı yemekler sonrasında asıl destinasyonum olan Nashik’e dogru yola çıktık.
Trafikte bu kadar korktuğum bir yeri hatırlamıyorum diyebilirim. İngiliz etkisi ile trafik burda da ters (direksyon sağda). Daracık yollarda araçlar birbirlerini solluyor (ya da “sağ”lıyor!), ama o kesmiyormuş gibi, üçüncü bir sıra daha oluyor ve o da sollayanı solluyor. Bu arada karşıdan da, nerden geçtiğini anlamadığınız üç sıra araba daha geliyor. Mucizevi bir şekilde herkes geçebiliyor ama o sırada olan sizin daralan ruhunuza oluyor. Asıl, kamyonların arkasında stop lambasının yerinde, lamba yerine yazı ile uyarı oldugunu ilk gördüğümde dumur oldum!
Son teknoloji stop lambası!

Bir şekilde ve kısa sürede o karmaşıklığa alışmışken, şöförüm; normalde 4 saat süren yolumuzun bir bombalama olayından dolayı daha uzun süreceğini iletti. Üstelik sürücü bu bilgiyi hani “köprüde trafik var” der gibi, normal birşeymişcesine söyledi. Ve ben de olayları artık akışına bırakmam gerektiğine karar verdim.
Varmaya çalıştığım Nashik adlı şehir, ülkenin en fakir bölgelerinden biri. Benim gitme amacım ise, orada düzenlenecek yardım amaçlı koşuyu Türkiye’de uygulamak için benchmark yapmak. Yol boyunca pis pis derelerde çamaşır yıkayan kadınlara, pislik ve sefalet içindeki halka, üzerinde sinekler uçuşmasına aldırmadan yerde yatan insanlara, geleneksel kıyafetlerinden memelerinin fışkırmasına aldırmadan yürüyen kadınlara ve hatta yol verdiğimiz inek sürülerine hayretle baktım. Ve halime şükrettim.

Yorgun savaşçı!
Otele vardığımızda hem yol yorgunlugu hem de uykusuzluktan dolayı sersemlemiş haldeydim. Buna rağmen koşuyu düzenleyen ekibin başındaki adamla operasyonel konuları konuşmak üzere uzun bir toplantı yaptım. Hatta bu da yetmiyormuş gibi sonrasında da koşu öncesi sponsorlar ile birlikte gerçekleştirilen Taj otelindeki yemeğe katıldım.
Otele dönüp, ağır köri ve baharat kokusunu burnumdan silmeye çalışarak odama çıktım. Tam uyuyacakken bahçede gürültülü bir düğün başladı! Hani “chori chrori” şarkıları vardır ya, bir sağa bir sola salınarak giderler, tam o tarz Hint müziği eşliğinde bir eğlence. Pencereden biraz izledikten sonra dayanamadım ve resmen sızdım.

Me @ Nashik Run
Ertesi gün bahsettiğim koşu vardı. Turuncu renkli tshirtimi üstüme gecirip, sirketten tanıdığım kişilerle birlikte en sportif halimle 10 km yürüdüm. Bu yorgun halimle benim burada ne işim var diye bir an için düşünmüş olsam bile, 10 bin kişi ile (evet 10.000) birlikte böylesi bir projeye şans eseri de olsa destek veriyor olmak beni mutlu etti.

Yolda o gün bayramları olduğu için dua etmeye giden –yanlış hatırlamıyorsam- Pilgrim leri gördük, onlar da biz de birbirimize aldırış etmeden, normal günlük rutinimiz buymuş gibi yollarımıza devam ettik.
Törene giden Pilgrim ler
Koşu sonrasında şirketin misafirhanesine gittik. Tek katlı bungolow tipi ve bir avluya açılan odalar ve ortasında güzel bir yüzme havuzu ve etrafta dolanan hizmetliler.. Bir tek ellerinde yellemek için kocaman yaprakları yok, ama ambians oyle nerdeyse. Gene bol baharatlı ama inekler kutsal sayıldığı için asla dana eti içermeyen açık büfeden yemeklerimizi yiyip, sohbet ettikten sonra ben ayrıldım ve arabayla mini bir şehir turu yaptım. Sürücü amca beni kocaman bir markete götürdü, hani bizim spotçular olur ya, onun kadar dağınık ama içinde herşey satılan bir yer. Japonya’da da aynı şeyi düşünmüştüm, burda da teyid ettim, kozmetik Asya ve Uzakdoğu’da çok ucuuuzzz.. Özellikle Hintli bayanların ciltleri koyu olduğu için parlaklık veren ama koyultmayan pudraları görmek, ultra beyaz tenli biri olarak beni çok sevindirdi. Ayrıca masa örtüleri, perde vb gibi gereksiz ama ucuz olan o kadar çok şey aldım ki anlatamam. Akşam otele döndüm, biraz danslı müzükli Hint filmleri izledikten sonra yattım.
Pazar günü ki son günümdü (öneri: Hindistan’a 3 gün için gitmeyin, yorucu oluyor :), sabah erken saatte Naskih’ten ayrıldım. Dönüş uçağım Pazartesi gece yarısı olduğu için Mumbai’de bir otel ayarladım.
Gateway of India
İzmir'e benzeyen sahil
Mumbai'den görünüm

Otele geçmeden şehri gezme fırsatım oldu. İngiltere Kraliçesi’nin yıllar önceki ziyareti anısına açılan Gateway of India’ ya (hani 2 yıl önce bombalanan otelin önündeki gate) gittim, araçla panaromik şehir turu yaptım ve şehrin düzgün kısımlarını İzmir’e özellikle Kordon’a çok benzettim. Hatta Hilton oteli bile nerdeyse aynı manzaraya – lokasyona sahip.




Gateway of India - Sanatsal Resmim :)
Gelmeden önce bizde çalışan Hintli bir bayandan 1-2 mağaza adı öğrenmiştim. Cottage Industry adlı mağazada Hint kumaşları, ipek şallar vb gibi geleneksel ürünleri şaşıraraktan çok uygun fiyata aldım. O dükkanın bulundugu bölge, sokaktaki işportacılarla dolu ve 3-5 dolara aldığım terlikleri, şalları, taklit saatleri, Hint işi takıları tarif edemem bile.

Aslında Hindistan’a boş bir extra bavulla gitmek gerek. Aynı sokakta nerde yemek yiyeceğimize karar veremediğimizden (şöför de vardı) Mc Donald’s a gittik! Orda bile dana eti satmıyorlar (aslında şaşılacak birşey yok, Tr de de domuz satmadıkları gibi normal). Fakat köşede “Mondegar” diye bir cafe bar vardı, içimde uhde kaldı, dünyanın her yerinden insanların buluşma yeri gibiydi adeta (ismi de dunya gar ı anlamina geliyor). Bir daha gelirsem mutlaka buraya da gelicem diyerek not aldım ve otele hareket ettik. Yolda gelmeden başka bir semt pazarı gibi bir yere daha gittik ve orada da durduk. Öğlenki alışveriş çılgınlığı orda da yaşandı. Oradan Hotel Orchid adlı, ihtişamlı lobiye sahip otelime gittim. Geceyarısı kalkıp smelly havalimanına vardım ve Dubai üstünden aktarmalı olarak, yorgun ama mutlu bir şekilde eve döndüm.

Comments

Popular posts from this blog

Ayvalık , Cunda - Temmuz 2011

Safranbolu, Kasım 2010

VAN minüt - Mart 2012