Yeşil sürpriz Isviçre -Ağustos 2012
Aman Schengen vizem bitmeden son bir defa kullanıyım düşüncesi ile son dakikada kendimi Cenevre uçağında buldum. Yeşim’in işten arkadaşı Hatice 2 yıldır orada yaşıyor ve kendisi ile daha önce 2-3 defa görüşmüşlüğüm var (bir tanesi Madrid’de ve tatildeki halini nasıl olsa önceden gördüm diyerek ve biraz da emrivaki yaparak Lozan’a yanına gidiyorum J
Hatis’in mükemmel tarifi ile trene bindim ve Cenevre’den Lozan’a geçtim. Beni istasyondan aldı ve evine, Pully (pui okunuyor)’e götürdü. Bavulu bırakıp göl kenarına indik, yarasaların serbest uçuşu altında sohbet ettik. Nedense iyi uyuyamadım ve ertesi gün Zürih için yola koyuldum.
Aç parantez, İsviçre über pahalı bir ülke. Trene nerdeyse 150 eur ödeyerek Zürih’e geçtim. İçime oturdu ancak yoldaki pastoral manzaraların getirdiği huzur bedeli unutturdu.
Ana tren istasyonunda inip, Shilaqua çıkışından çıktım ve Gray Line city tourun otantik otobüsüne bindim.
5 dakika sonra, Gayrettepe’den annemin tükkanının sokağında oturan bir çift bindi, konuştum onlarla annemleri tanıyorlar filan, cidden dünya küçük dedim. Sonra yakışıklı ve Hintli bir reklam fotograf sanatçısı yanıma oturdu, tur boyunca durduğumuz yerlerde resimlerimi çekti, facebook bilgilerimi aldı gönderirim diye ama beni kandırdır ve duygularımla oynadı diyebilirim (yanlış anlaşılmasın, fotolar gelmedi sadece). Üniversite bölgesi, müzeler alanı, Limmatquai, eski şehir ve Zurichberg adlı alanları gezdik. Turun devamında Lac Zurich (Zürih Gölü) de feribot turu yaptım. Gölün etrafında minik minik semtler ve feribot iskeleleri var, biraz uzun sürdü ancak güzeldi.
Burkliplatz’da indim, eski şehir olan Niederdorfst a doğru yürümeye başladım. En favorim olan daracık sokaklar, minik yokuşlar labirent gibi yollar, tasarımcı magazaları çok keyif aldım. Nitekim Nider’e gelince ortalıkta sadece restaurantlar kalmıştı ve fazlasıyla turistikti. Ancak İsviçre’ye gelip de fondue yememek olmaz diyerek, Swiss Chuchi adlı bir restaurantta dört peynirli fondue mu yedim. Dönüşte oranın büyük süpermarketlerinden biri olan Coop a giriş, hayatımda gördüğüm en büyük çikolata reyonlarından birinde kaybolmaca ve sadece bir tane minik birşey alma başarısını gösterme (daha sonra hediye aldığım çikolatalarla acısı fena çıktı).
Pully’e geri dönüş, akşam Hatis ile birlikte Lutfy (lütfü dedim ben oraya) adlı bir sahil kasabasına yürüyüş, Terrace adlı (teras filan diil, yerin üstünde minik bir platformda bir yer, aldanmayın) bir cafede birşeyler içip eve dönmece.
Sabaha bebek gibi uyanmaca. Annem dışında kimse bana böyle bakmadı: Hatis elleriyle bana ekmek yaptı ve süper keyifli bir kahvaltı yaptık. Ordan Lozan’a geçtik, eski şehirde bit pazarını ziyaret etmece, Dome’a gitmece, Saint Francois ve Flonn sokaklarında (barların ve restaurantların olduğu alan) dolanmaca ve 4 gibi geri dönmece. Kafiyeyi tamamlıyım: Lozan’da pek birşey yok bence J
Piknik yapmak Isvicre’de Cumartesi günlerinin bir geleneğiymiş. O gün de Hatice’nin ordaki arkadaşlarından birinin doğumgünü idi ve Ouchy (üşi okunuyo) adlı bir semtte piknikte kutlayalım dedik. Nitekim bir anda 15 kişiyle tanıştım, bir sürü ortak arkadaş çıktı gene.
Mideyi sağlam doldurduğumuz pikniğin üstüne akşam bir de yürüyüş yaptık ve pestilimiz çıkmış bir şekilde eve döndük.
Hatis’in mükemmel tarifi ile trene bindim ve Cenevre’den Lozan’a geçtim. Beni istasyondan aldı ve evine, Pully (pui okunuyor)’e götürdü. Bavulu bırakıp göl kenarına indik, yarasaların serbest uçuşu altında sohbet ettik. Nedense iyi uyuyamadım ve ertesi gün Zürih için yola koyuldum.
derin yeşil |
Ana tren istasyonunda inip, Shilaqua çıkışından çıktım ve Gray Line city tourun otantik otobüsüne bindim.
5 dakika sonra, Gayrettepe’den annemin tükkanının sokağında oturan bir çift bindi, konuştum onlarla annemleri tanıyorlar filan, cidden dünya küçük dedim. Sonra yakışıklı ve Hintli bir reklam fotograf sanatçısı yanıma oturdu, tur boyunca durduğumuz yerlerde resimlerimi çekti, facebook bilgilerimi aldı gönderirim diye ama beni kandırdır ve duygularımla oynadı diyebilirim (yanlış anlaşılmasın, fotolar gelmedi sadece). Üniversite bölgesi, müzeler alanı, Limmatquai, eski şehir ve Zurichberg adlı alanları gezdik. Turun devamında Lac Zurich (Zürih Gölü) de feribot turu yaptım. Gölün etrafında minik minik semtler ve feribot iskeleleri var, biraz uzun sürdü ancak güzeldi.
Burkliplatz’da indim, eski şehir olan Niederdorfst a doğru yürümeye başladım. En favorim olan daracık sokaklar, minik yokuşlar labirent gibi yollar, tasarımcı magazaları çok keyif aldım. Nitekim Nider’e gelince ortalıkta sadece restaurantlar kalmıştı ve fazlasıyla turistikti. Ancak İsviçre’ye gelip de fondue yememek olmaz diyerek, Swiss Chuchi adlı bir restaurantta dört peynirli fondue mu yedim. Dönüşte oranın büyük süpermarketlerinden biri olan Coop a giriş, hayatımda gördüğüm en büyük çikolata reyonlarından birinde kaybolmaca ve sadece bir tane minik birşey alma başarısını gösterme (daha sonra hediye aldığım çikolatalarla acısı fena çıktı).
Pully’e geri dönüş, akşam Hatis ile birlikte Lutfy (lütfü dedim ben oraya) adlı bir sahil kasabasına yürüyüş, Terrace adlı (teras filan diil, yerin üstünde minik bir platformda bir yer, aldanmayın) bir cafede birşeyler içip eve dönmece.
Sabaha bebek gibi uyanmaca. Annem dışında kimse bana böyle bakmadı: Hatis elleriyle bana ekmek yaptı ve süper keyifli bir kahvaltı yaptık. Ordan Lozan’a geçtik, eski şehirde bit pazarını ziyaret etmece, Dome’a gitmece, Saint Francois ve Flonn sokaklarında (barların ve restaurantların olduğu alan) dolanmaca ve 4 gibi geri dönmece. Kafiyeyi tamamlıyım: Lozan’da pek birşey yok bence J
Piknik yapmak Isvicre’de Cumartesi günlerinin bir geleneğiymiş. O gün de Hatice’nin ordaki arkadaşlarından birinin doğumgünü idi ve Ouchy (üşi okunuyo) adlı bir semtte piknikte kutlayalım dedik. Nitekim bir anda 15 kişiyle tanıştım, bir sürü ortak arkadaş çıktı gene.
Mideyi sağlam doldurduğumuz pikniğin üstüne akşam bir de yürüyüş yaptık ve pestilimiz çıkmış bir şekilde eve döndük.
Ertesi gün sıkı bir yagmur yağışı vardı ama hava gene de sıcaktı, biz de Lutfy’e yağmur altında da olsa bir yürüyüş yaptık, çok şirin bir meydanı, minik ama dolu cafeleri vardı. Bir ara aşırı yağdı, o sırada kendimizi bir kliseye attık. Dönüp, evde üstümüzü değiştirip Hatis’in başka bir arkadaşının evinde brunch a gittik. Dağ ve göl manzaralı balkonda huzurumu huzur ekledim. Sonrasında Ouchy’e gittik. O sırada Olimpiyatlar vardı ve Ouchy, Olimpiyat komitesinin ve Olimpiyat müzesinin olduğu semtmiş meğersem. Dolayısıyla kocaman bir ekran kurmuşlar müze önüne, halk orda izliyor. İp çekişmece, çuval yarışı gibi yarışlar yapmışlar halk yarışıyor filan.
Biraz dolandıktan sonra Beau Rivage adlı otelde 5 çayımızı aldık, kendimizi Avrupa'nın yüksek sosyetesine ait hissettik. J sahilde ileri doğru yürüyerek bir konser – minik lunapark alanı gibi bir yere geldik. Şunu söyleyebilirm ki Avrupa’da hayatımda gördüğüm en canlı Pazar günü idi, çok keyif alarak dolanmaya devam ettik, sağlam yürüdük ve yorulduk tabii J Akşam, Hatice’nin başka bir arkadaşına iftara giderek, gurbette de iftar yapma tecrübesini yaşadık.
Ouchy sahil |
Ertesi gün gene bakması da yemesi de keyifli bir kahvaltı yaptık. Trene atlayıp, Cenevre’ye geçtim. Mont blanc caddesinde yürüyüp, şehrin karşı tarafına gittim. Burası bütün mağazaların olduğu uzunca bir sokak, orayı es geçip dikine giderek ortaçağdan kalma La cite adlı alanda odlandım. Yolun devamında Grand rue adlı değişik mağazaların, biraz daha sanatsal dükkanların olduğu bu sokaklarda dolandım. Bir de Barcelona’daki Gaudi nin yaptığı binaların olduğu Quartier des Grottes adlı sokağa gitmek istedim ancak vakit olmadı. Onun yerine en son 12 yıl önce gördüğüm Cecilia adlı arkadaşımla Parc des Alpes da Cafe Cottage’da buluştuk. Hani bazı arkadaşlıklar vardır, yıllar boyu görüşmesen de kaldığın yerden devam edersin, aynen öyle sıcak ve samimi oldu.
Dünya küçük diyerek bir diğer maceraya yelken açtım.
Comments
Post a Comment